Sapanca INFO

Kalbi Sapanca ’ya Aç Kalanlar

Derler ki, “Gurbet insanın karnını doyurur ama kalbini hep aç bırakırmış.” Peki kimdir gurbetçi; uzak diyarlarda, bir lokantada masanın üstünde “Sapanca” yazılı bir su şişesini görünce kalbi acıkanlar mı? Yoksa kendi memleketinde, gözü de karnı da hep aç kalanlar mı? Bu yazı, kalbi Sapanca’ya aç kalanlar için…Belki birkaç satır, bir yudum su gibi iyi gelir.



Geçenlerde, gurbet ellerde bir Sapancalı dostla buluştuk; oturduk, hasretle lafladık.
Bir anısını paylaştı, içime işledi:

“Lokantadaydım,” dedi.
“Garson su getirdi, şişeyi masanın kenarına, yere bıraktı.
Eğildim, aldım, masanın tam ortasına koydum.
Çünkü üstünde Sapanca yazıyordu.
O şişe, su değil; sanki memleketti.”

İşte böyle…
Derler ya, Gurbet insanın karnını doyururmuş ama kalbini hep aç bırakırmış.
Doğru vallahi.
Biz de dayanamadık, döktük içimizi…
Belki birkaç kelime iyi gelir diye,
şu Sapanca’ya aç kalan kalbimize.

Gurbette…

Her şey telaşla akar.
Kimse durmaz, kimse bakmaz.
Herkes bir yerlere yetişmeye çalışır, ama kimse gerçekten varamaz.
Işıklar göz alır ama kimsenin gözü kimseye değmez.

Sabah, kalabalığa karışırsın,
akşam, bir yalnızlığın tam ortasına düşersin.
Otobüsler doludur ama sohbet yoktur;
herkes kulaklığında ki dünyanın gurbetçisidir.

Asansörler yükselir ama sessizlik taşır;
selam vermek bile unutulmuştur.
Kaldırımlar aceleyle adımlanır,
ama kimsenin ayak izi kalmaz geride.

Bir çiçek açar köşe başında, gören yoktur.
Güneş doğar her sabah ama kimsenin içi aydınlanmaz.
Çünkü ışık çoktur ama ısıtan bir samimiyet yoktur.

Ve insan, kalabalığın içinde kaybolurken
yavaş yavaş kendini de unutmaya başlar.
Ne bir kapı tanıdıktır,
ne bir ses içini ısıtır.
Bir selam eksikliğinden,
bir göz göze gelememekten
koca bir hayat yavaş yavaş eksilir…

Oysa Sapanca’da…

Sabahın kendine ait bir kokusu olurdu.
Kuzine sobasında ağır ağır kaynayan ıhlamurun buğusu,
mahallenin içinden geçen ineklerin sesi,
bakkal önünde sıralanmış tahta kasalar,
uzaktan gelen tanıdık bir ses:
Mučoşire?”

Her evin önünde bir gülfidanı,
her bahçede toprağa karışmış bir cennet hurması…
Samanlı Dağları’nda düşen yaprak bile sessizce konuşurdu.

Sapanca’da her sabah başka uyanırdı.
Yağmur toprağa düşerken, sesi bile tanıdıktı.
Fevziye’den bir evden Lazca türkü yükselirdi,
Güldibi’nde kuşlar sabah ezanıyla kanat çırpardı,
Kurtköy’de kemençe sesi dağlara karışırdı.

Çarşıda her yüz tanıdıktı.
Zücaciye önünde taburesine oturan Halil Türen,
markette güler yüzünü esirgemeyen Mustafa Medet
Sadece ürün değil, huzur da satarlardı.
Lütfü Akal’ın çorbası sabah ayazını unuttururdu,
Rahmi Akbaş’ın domatesi çocukluğumuz gibi kokardı.
Ayakkabıcı “Takoz” Selahattin’in kahkahası yankılanırdı;
öyle içten, öyle tanıdık…

O zamanlar hayat acele etmezdi;
her şey kendi vaktinde olurdu.
Zaman da telaşsızdı, insanlar da.
Kalabalık değildi ama kimse kendini yalnız hissetmezdi.

Sonra ne mi oldu?

“O” geldi…
Değişmeyen değişim.
Otoban oldu, üniversite oldu, turizm oldu.

İlk önce Sapanca değişti,
sonra ona bakan gözler.

Bir zamanlar çocukların çamurla oynadığı tarlalar,
şimdi bungalovların altında.
Toprağın sıcaklığı değil artık ayaklara değen,
ısıtmalı yer döşemeleri.

Bir zamanlar hayvanların barındığı ahırlar,
şimdi “doğaya dönüş” etiketiyle pazarlanan kaçış noktaları.
Emeğin, terin, tozun kokusu silinmiş;
yerine lavanta kokulu odalar, aromatik mumlar bırakılmış.

Her köşe başında bir “konsept”,
her tabelada estetik bir telaş.
Fotoğraf için manzara tam,
ama doğayla kurulan bağ eksik.

Şimdi mesele doğanın içinde yaşamak değil;
onu kadraja sığdırmak.
Sessizliği dinlemek değil;
sessizliği filtreleyip paylaşmak.
Doğaya dönmek değil;
doğayı dekor yapmak.

Yamaçlara beton çökmüş,
her manzara bir “satılık hayal”e dönüşmüş.
Bir zamanlar cevizle oynayan çocuklar,
şimdi göl kenarında Wi-Fi sinyali arıyor.
Rüzgârın sesi azalmış, motor gürültüsü çoğalmış.
Ve Sapanca, farkına varmadan o gürültüye alışmış.

Sanmayın ki gurbet sadece uzaklara gitmektir.
Bazen Sapanca’nın tam ortasında yaşarsın da
yine de kendini başka bir diyarda hissedersin.

Aynı göl kıyısından geçersin,
ama o eski serinlik içini ferahlatmaz.
Aynı sokaklar, aynı dağlar…
ama adımların yabancı, gözlerin dalgındır.

Gurbet yolculukla başlamaz;
bazen insan kendi toprağında bile
yavaş yavaş yersizleşir.

Göl oradadır,
ama sen artık yansımana bakmazsın.
Çünkü ne göl eski göl,
ne de sen, ona içten içe bakan çocuk.

Gurbet, Sapanca’nın içinde yaşayıp
onun ruhuna yabancı kalmaktır.
Çay bahçesinde göle bakarken
hiçbir şey hissetmemektir.

Ve en çok da şu can yakar:
Göl hâlâ konuşur,
ama sen artık o dili anlamazsın.

O zaman anlarsın:
Gurbet bazen yüzlerce kilometre değil,
bir bakış uzaklıktır.
Ve insanı en çok,
ayağının bastığı yer değil,
kalbinin ait olamadığı yer yorar.

Bir su şişesinin üstünde “Sapanca” yazısını görüp gözleri dolan bir adam,
bize aslında neyi unuttuğumuzu hatırlatıyor.
Çünkü o yazı sadece bir yer ismi değil;
çocukluğun kokusu, evinin sesi, toprağın sıcaklığıdır.

O an anlıyorsun…
Gurbetçiler belki Sapanca’dan uzakta,
kalpleri aç, gözleri dolu…
Özlemle, sadakatle bakıyorlar memleketlerine.

Ve ne acıdır ki,
asıl gurbetçi bazen Sapanca’nın tam ortasındadır.
Toprağında yürür ama geçmişin izini taşımaz.
Her şey yanı başındadır ama hiçbirine dokunmaz.

Kendi memleketinde,
gözü de karnı da hep açtır.
Çünkü gurbet, sadece uzaklık değil;
yavaş yavaş insanın kendine ve köklerine yabancılaşmasıdır.

Kaynak
Lazca ve Sapanca: Tarih, Dil ve Kültürün Harmanı

Selahattin KÜÇÜKBALKAYA
Sapanca’nın Çınarları 48. Bölüm: Tuhafiyeci Halit Türen.
Sapanca’nın Çınarları 24.Bölüm: Market İşletmecisi Mustafa Medet
Sapanca’nın Çınarları 10. Bölüm: Lütfü Akal
Sapanca’nın Çınarları 34.Bölüm: Manav Rahmi Akbaş

2 Yorum

Mehmet DAL 8 Kasım 2025 at 17:10

Gurbet, Sapanca’nın içinde yaşayıp
onun ruhuna yabancı kalmaktır.
Çay bahçesinde göle bakarken
hiçbir şey hissetmemektir.
— Gölün en derin yeri kadar derin ve manalı, sapancasızlığı iliklerimize kadar bir kez daha hissettirdiniz. Yüreğinize ve kaleminize sağlık

Cevapla
Hakan 8 Kasım 2025 at 17:12

Bu yazı sadece Sapanca’yı değil, bütün Anadolu’yu anlatıyor hocam elinize yüreğinize sağlık.

Cevapla

Yorum Yap

İçimdeki BEN, Dışımdaki SEN ve SAPANCA ...