Selahattin KÜÇÜKBALKAYA; namı diğer Takoz Selahattin. 1946 yılında Balkaya’da doğdu. 50 yıldan fazla Sapanca’da ayakkabı imalatı ve tamiri yaptı. 2009 yılında beri önünden geçmekten çok korktuğu Güldibi Mezarlığında ikamet ediyor.
‘Herkes kendi hikâyesini yazar!’ deseler de aslında hepimiz bir hikâyenin parçası olarak dünyaya geliyoruz. Benim hikâyemde ataları Kırımdan Balkaya köyüne gelen askerliğini henüz bitirmiş Sapancalı bir gencin, ataları Selanik’ten Adapazarı Süpürgeciler mahallesine gelen genç ve güzel bir kız için beslediği halis duygularla başladı.
1967 yılında ki Sakarya depremi bütün acısı ile yaşanırken “Sevda olmasaydı, dünya neye yarardı” diyen Neşet ERTAŞ’ı haklı çıkarırcasına, dünyasının anlamı olduğuna inanmış ama içinde 15 kişinin yaşadığı içten merdivenli ahşap bir köy evine kızını vermek istemeyen dedemi ikna edemeyen genç Selahattin, Samanlı Dağları kadar olan yüreğine söz geçirememiş, ahretliğini daha önce hiç görmediği hiç bilmediği Güldibi Köyü’ne getirmişti bile.
Artık lazca konuşan, kümesten yumurta toplayıp ahırda inek sağan, bahçedeki lahanalar ile luku yapan, kastarca eriği ağacına merdiven dayayan, bir tepsi tarhana çorbasına giren bir düzine kaşıktan biri olmuş bu Balkan göçmeni güzel kız, kuşun kanadındaki sevdayı hiç bir zaman ürkütmeden tercihinin bedelini ödemeye başlamıştı bile.
Sapanca Çarşında ustası Sami ŞİRİN’in yanında ayakkabıcı çırağı olan Selahattin ise evliliğinin ilk günlerinde, son çamurlu ayakkabısının tamirinden hemen sonra, kendisini sevdasına kavuşturacak olan Güldibi Köyü’nün toprak ve çamurlu yollarına hiçbir zaman aldırış etmedi. Ahalinin biraz kısa boyu birazda balık etli olmasından dolayı TAKOZ unvanı verdikleri genç tamirci kalfasının, Firdevs’ine kavuşmasından sonra yüzünden gülümseme ve dolu dolu kahkahaları bir daha hiçbir zaman eksik olmadı, ta ki giripde çıkamadığı ameliyathanenin içinden duyduğum o son kahkahasına kadar.
Kafkaslardan Sapanca’ya gelen Laz ve Gürcülerin aşklarını aşikâr etmenin ayıp sayıldığı o günlerde, diktiği sevda ağacının üç meyvesinden ilki olarak dünyaya gelen, yıllar sonra da üç güzel kızın hikâyesinin sebebi olduğum bu günlerde babasını daha iyi anlayan ve ‘BABA’ demeyi çok özleyen biri olarak, biraz ruminasyon yapmak biraz da Sapanca INFO okurları ile hasbihal etmek istedim.
Mektep arzusu ile her gün Balkaya Köyü ile İstanbuldere Köyü arasında mekik dokumasına rağmen, ‘Yeşil Ördek’ şarkısını okuyamadığı için eğitim hayatını ilkokulu üçüncü sınıfta terk etmek zorunda kalmasının acısından olsa gerek, ‘ben okuyamadım, oğlum okusun’ dercesine beni yanına çırak yapmayı hiç düşünmedi. Onun bu tercihi yıllar sonra hem gurbetin aramıza girmesine hem de en büyük keşke ve acabalarımın olmasına sebep oldu.
Postaneden randevu ile sıra alınan yandan çevirmeli telefonların bile birkaç esnafta olduğu, Adapazarı’na Kalaycı yolu üzerinden gidildiği, mahallenin bütün çocuklarının televizyon seyretmek için tek bir evde toplandığı, senede bir kere alınan bayramlıklarımızın sabaha kadar yatağın üzerinde bekletildiği, Sapancalı gençlerin yüzmek için Pompaya gittiği, İspanyol paça pantolonların moda olduğu 70’li yılların Sapanca çarşısının en fenomen insanları Bakkal Şükrü TANTAN (Sadettin Tantan’nın babası), Bakkal Kemal ŞİRİN, Nalbur Yusuf CEBECİ, Manifaturacı Rasim MEMİGÜVEN, Beyaz eşyacı Fethi KARA, Zahireci Zeki BOLU, Bakkal Mehmet MEDET, Marangoz Cavit TONGUR, Postacı Hüsnü EMİL ve Ahmet US, Kasap Hasan EMİL, Nalburiyeci İdris GÜR, Terzi Özcan YILMAZER gibi Takoz Selahattin’in hikayesinin vazgeçilmezleri olan bu güzide insanlar, şimdiye ait olmayan ama evvel zaman içinin Sapanca’sında ‘küçük Takoz’ diyerek beni de bu hikâyenin bir parçası yapmışlardı.
Her insanın hikâyesi ne doğumu ile başlar ne ölümü ile biter. Belki de bu yüzden bütün hikâyeler insanlardan daha yaşlıdır aslında. Sapanca Çarşısı’ndaki bu güzide insanların hikâyesinin parçası olmanın tadını ve konforunu kendi hikâyemi yazmaya çalıştığımda daha iyi anladım.
Kemalettin Sami Paşa ilkokulunda Ahmet BELAT öğretmen için direttiğimde, Foto Kartal’da ilk vesikalık için utandığımda, Hamdi YILMAZ’ın yanında güreşe başlarken heyecanlandığımda, Dişçi Gündüz’ün koltuğunda korktuğumda yanımda hep parçası olduğum hikâyenin kahramanı ‘babam’ vardı.
Balkaya Köyünde kestiğimiz ağaçları ata yüklemeyi, topladığımız elmalarla pekmez yapmayı, kastarca eriklerini sandıklamayı, bayramlarda çocuklara kırmızı kurdele ile bağlı mendil içinde harçlık vermeyi, mobilet kullanmayı, düştüğüm zaman kalkmayı, aile sevgisini ve yaşamayı yaşarken öğreten yine oydu, onlardı.
Erdem BAYAZIT ‘Biraz Yorgunum’ adlı şiirinde “İnsan baba olunca anlıyormuş babasını!” der ya, ben de anladım; Sapanca’da insanların topraktan ve emekten geçindiği o günlerde, babalarımızın evlat gibi ağır emaneti nasıl layığı ile yüklendiğini.
Bölgenin en mahir ayakkabı ustası iken gelişen teknoloji karşısında mağlup olup, bazen bir merdiven altında bazen bir teneke barakada bazen de Arabistan çöllerinde ekmek kavgasına düştüğünde bile ailesinin onuru, gururu, refahı, huzuru, geleceği, mutluluğu için, bin türlü cefa ve eziyeti kahkahaları ile gizlediğini.
Ama hiç bir hikâyenin tek bir boyutu yoktur. Benim için zamanın bir yerde durduğu bu yeşil toprakların kendi hikâyemin yeni kahramanı olan eşimle tanışmama vesile olması ise Takoz Selahattin’in hikâyesinin en büyük armağanı oldu bana.
‘BABA’ olmak da böyle bir şey galiba; bir damla kan ve bin bir endişe!
‘Geçmiş, pusuda bekleyen alacaklı gibi, günü geldiğinde alacağını almadan gitmez’ derler. Eğer uzaklarda ölürsem, vasiyetim olsun bu yazı! Beni doğduğum topraklara götürün, köyümün suyunda yıkayın, babamın yanına gömün. Ahiretteki hikâyemde yine onunla başlasın!
7 Yorum
Yazıyı hem gülümseyerek, hem hüzünlenerek, çarşı içini ve esnaflarını göz önüne getirerek okudum. Selahattin amcamıza ve tüm ölmüşlerimize Allah’dan rahmet diliyorum. Selahattin amcamızın Yenicaminin oradaki dükkanında attığı kahkahayı Şemsinin kahvenin oralardan (+-150 mt.) duyduğum günler geldi aklıma geçmişe yolculuk ettiren yazınız için çok teşekkür eder, tekrar rahmet ile anıyoruz değerli büyüklerimizi
Muratcığım ilk olarak teşekkür ile başlamak isterim. Yazı dilini çok beğendim bir hayat hikayesi bu kadar mı güzel anlatılır, yazının şiirsi dokusu bağlamından kopmayan dili kâh güldüren, kâh düşündüren, birazda duygulandıran tarzın Rus edebiyatının önde gelen isimlerine rahmet okutur güzellikteydi. Hayat hikayesinin kahramanlarını tanıyor oluşum mu beni derinden etkiledi bilemedim. Hikayenin baş kahramanı olan babacığını bir kez daha anma ve rahmet okumamıza vesile kıldığın için sana minnettarım. Allah razı olsun kardeşim. Ağzına sağlık, kalemine yüreğine sağlık iyiki varsın…
Ağzına yüreğine sağlık
Allah rahmet eylesin 🙏
Merhaba, çok güzel bir yazı olmuş, insan okurken boğazına bir şeyler düğümleniyor. Okuyanı içine çeken hüzünlü bir hikaye tadında. Yazmaya devam etmeniz dileği ile, kaleminize sağlık…
Bu güzel yazı için teşekkür ederim dayıcığım beni sevgili dedeciğimle olan tatlı anların yanına götürdün. Birlikte sadece dört yıl geçirebildik ama ben ne zaman olursa olsun onu hep tebessüm ederek anıyorum. Silik silik de olsa bana açtığı o kocaman kucak ve yüzündeki o gülümseme hâlâ çok sıcak hissettiriyor. Canım dedeme sadece dedem olduğu için saygı duymuyorum kendisi bana göre çok önemli bir şahsiyet. Şu an yanımızda olmasa bile anıları yaşamaya ve bizleri mutlu etmeye devam ediyor. Huzur içinde yat dedem.
Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun muhabbeti güzel hoş bir büyüğümüzdü iyiler iyilikle anılır