Ramazan gelince başlayan ve bir gelenek haline gelen eskileri anma günlerimize erdik. Sağlıkla, sıhhatle ulaştığımız bu Ramazan için Allah’a hamd ederken, yüzümüzün güller açmasının en büyük sebepleri, ağızlarımızın tadının kaynağı olan çocuklarımızı unutmamak dileğiyle…
“Ramazanlar da eskisi gibi değil…” gibi afili bir cümle kurmak istemem ama galiba sadece ramazanlar değil, hiçbir şey eskisi gibi değil.
İnsan ömrünü hep bir dağa tırmanmaya benzetirler. Başlangıcı yorucu, biraz ıstıraplı ama genelde gülümseyerek hatırlanan, zirvesi 35-40’lı yaşlar; sonrası ise paldır küldür bir iniş…
İnişin en enteresan zamanları galiba emekli olmadan önceki son zamanlar. Bir taraftan emekli olunabilecek bir yaşa gelmenize inanmamanız, diğer taraftan çalıştığınız iş yerindeki insanların çocuklarınızdan bile küçük olması gerçeği…
Artık voltamızı almalıyız buradan diye düşünürken, kuşak farklarından kaynaklı işe bakış sorunları, sonra alışkanlıkları yerle bir edebilen yeni yöneticiler vs.
Bu dönemi kazasız belasız atlatırsanız, artık ufaktan memlekete mi dönsem, -ata toprakları beni çağırıyor nidaları- yoksa buradaki kurulu düzene devam mı etsem ikilemine doğru adım atarsınız.
Aslında ufaktan yoklayan sağlık sorunları canınızı sıkmaya başlamıştır. Daha az yemek yiyen, yürüyüşü artıran, sosyal medyadaki aktariye ürünlere olan ilginin artması, daha önce denenmemiş tariflerin, daha sağlıklı olduğuna olan inancın artmasıyla yeni denemeler vs…
Tabii bir de bu inişin belki de en güzel zamanları: Bu inişte varsa çocuklarınızın mürüvveti, nasipse torunların gülücükleri gibi ağzınızın tadına tat katan faktörler de işin güzel tarafı.
Üç-beş dostun çay kadar sıcak sohbeti, ayaklarını uzatıp gökyüzüne bakmanın bitmeyen huzuru ve istediğinde istediğin yere gidebilecek olmanın (zaman olarak) iç tatmini ile geçen son demler.
Ramazanlara gelince, sizi bilmem ama benim için çocukluk Ramazanların elbette oldukça farklı ve değerli idi. Bakkaldan aldığımız susam ve yumurta ile fırında girdiğimiz pide sıraları vardı mesela…
Benim küçüklüğümde hurma pek bilmezdik, zeytinle açardık orucumuzu. Cuma ve Cumartesi akşamları alınan izinle gidilen teravih sonrası gece yarısına kadar devam eden oyun arkadaşlıkları, yaza gelen ramazanlarda sulu şakalarla sırılsıklam olmanın keyfi, bazen ağlamalı biten oyunların sadece kahkahalarla gülünen anlarının hatırlanması…
Sahurlara gelince; her sahurda memleketin en güzel hamur işlerinin hazırlanması, annelerin uyumadan hazırladığı bu güzel lezzetlerle önce açılmayan gözlerle başlayan sofranın, gülüşmelerle bitmesi…
Çok yoktu azığımız ama sıcacıktı yüreklerimiz…
Yaşı yetenler için söylüyorum; eski lezzeti almıyoruz pek çoğumuz eminim ama o lezzeti alabilecek evlatlarımıza sonuna kadar aralamalıyız kapıları. Ramazan evlatların, küçüklerin yüzlerindeki gülücükle güzel… Onlara ayırdığımız zaman, sarf ettiğimiz emekler ise ötede bir nebze soluk aldırır bize.
Yıllar öncesinden gelen bir koku gibi Ramazan.. Çift yumurtalı, bol susamlı, sıcağı üstünde mis gibi bir pidedir Ramazan. Sonra gülüşmelerle geçen akşamlarda, yorgunluktan uyuyakalan gül çocuklardır Irmızan.
Bir de hiç bitmeyen Rabbe ulaşma serüvenidir. Öğle ile İkindi arası kısalır da İkindi ile Akşam arası açılır sanki… Ya da bize öyle gelir…
İnsana göre de değişir muhakkak, ama asıl itibarıyla zamana göre değişir Ramazan… Çocuklar için ilk tutmanın heyecanı, iftar sonrasındaki güzel vakitler, teravihin uzun olması, akşam oyunları, sahura zor kalkmalar, kardeşlerle cıvıldaşmalar….
Uzar gider bu liste. Ama unutmamalı; bu Ramazan ve her Ramazan çevremizdeki güllerin solmaması için elimizden geleni yapmalı, ağzımızın tadına onlarla tat katıldığını unutmamalıyız.
Hayırlı, bereketli Ramazanlar.