Geçmişin küçük anıları, yıllar sonra bile aile olmanın anlamını ve anneliğin sessiz fedakârlığını yeniden ve derinden hissettirir. La Edri, çocukluk anılarının tozlu raflarından bir bayram arefesi hatırasını özenle çıkarıyor. Annesinin bitmek bilmeyen koşturmacasında gizli fedakârlığı ve babasının sessizce var eden desteği, küçük bir gümüş künye ile anlam buluyor. Yıllar sonra değişen roller ve eksilen yüzler arasında, anneliğin derin anlamı yeniden şekillenirken, yitip gitmeyen o sevgiye minnetle dokunuyor.
Yıllar önce, annemin bu dünyadaki en anlayışlı ve fedakâr insan olduğunu düşündüğüm zamanlardaydı. Annemin öyle olmadığını düşünüyorum demiyorum, ama ben sadece annemin öyle olduğunu zannederken, neredeyse tüm annelerin öyle olduğunu büyüyünce anlamıştım.
Her çocuğun annesiyle ilişkisi farklıdır. Benim de onunla koşturduğum bir anne-çocuk ilişkim vardı. Annem her daim bir koşturmaca içindeydi ben küçükken… Pazara, çarşıya, eve, sağlık ocağına hep koşturarak giderdik annemle. Ya da ben öyle hatırlıyorum. Devamlı onun soluk soluğa kaldığı, benim ise onun gölgesini kovaladığım bir oyun gibiydi yolculuklarımız. Küçük yaşlarda, her daim koşmak gelirdi annemi düşündüğümde. Ben dışarıda oynayıp eve geldiğimde, annem yemek yapıyor ya da hazırladığı yemek için sofrayı hazırlıyor olurdu mesela. Ama sofra hazırlanırken bile koşturma halindeydi annem.
Her neyse annemin koşturarak gitmediği aklımda kalan en önemli anı ise bir bayram öncesine ait. Bir arefe gününü hatırlıyorum, rahmetli babamla annemin elinden tutup çarşıya gittiğimiz bir bayram öncesi. Ayakkabılarım artık yırtılmak üzereydi ve oldukça perişan gözüküyordu. Annemle babam konuşmuş ve bir ayakkabı almayı düşünmüşlerdi. Arefe akşamı olduğu için artık dükkânlar yavaş yavaş kapanıyor, esnaf da bayramı karşılamaya hazırlanıyordu.
Rahmetlinin arkadaşı olduğunu anladığım bazı esnaf amcalar, babama ismiyle hitap ediyor ve o dönem daha yeni kullanılmaya başlayan, tamamı siyah ama dikine altın rengi çubukları olan incecik poşetlere birkaç parça eşya konmuştu bile.
Ama benim için konuşulan ayakkabıdan hala haber yoktu. Benim için önemli olan ayakkabının alınmasıydı ve her kapanan kepenk sesi ile daha çok ümitsizliğe kapılıyordum. Hatırlayanlar olacaktır ve hatta hala Anadolu’daki bazı yerlerde bu eski kepenklerden kullanılıyordur eminim. Oldukça ağır olan ve çabuk yıprandığı için kapanması oldukça zor olan bu kepenklerin sesi oldukça tiz ve yüksek olurdu. Her kepenk sesi, umudumun üstüne ağır ağır iniyor ve içimden “yeter artık benim ayakkabım ne zaman alınacak?” diye bağırmak geliyordu.
Bir süre sonra anladım ki ayakkabımın alınacağı yer belliydi ve babamlarla en son oraya uğrayacaktık. tam ben bu hesapları yaparken ve içimde ayakkabı heyecanı yaşarken, o güne kadar hiç olmayan bir şey oldu. Annem elimden tutup, o ana kadar içine girmediğimiz ama benim kaçamak gözlerle camekanındaki ürünlerine baktığım gümüş dükkânına soktu beni. Çeşitli şekillerde gümüş eşyalar satılıyordu: Küpeler, kolyeler, künyeler ve daha pek çok çeşit. Böyle bir şeyin bana alınacağını düşünsem kırk yıl aklıma gelmezdi ama annem ısrarla bu dükkândan bir şey seçmemi istedi. İncecik bir gümüş zincir ve ucunda narin bir kuş figürü olan basit bir künyem oldu o akşam. İnanamadım bu hediyeye… Hatta o gece yatmadan önce künyeyi koydukları kutuyu yastığımın hemen yanına koyacaktım, ki o gece künyeye en az on kez bakacaktım. Annem onun neden aldırdı bana, ya da sadece ayakkabı beklentimin bir de künye ile daha üst bir seviyeye taşınması nedendi bilmiyorum.
Ama şunu çok iyi biliyorum ki; o akşam annem ve babam, benim sevinçten ışıl ışıl parlayan gözlerimi yakalamak için defalarca bana bakarak konuşmuşlardı.
Ayakkabımın yepyeni olması gözümde değerini kaybetmiş, kolumdaki ince ama bir o kadar göz alıcı künyem herkesin dikkatini çekmişti. Bu hediye beni o kadar zamansız yakalamıştı ki, annemin ve babamın beni bu denli sevdiğini düşünmek bile beni mutlu ediyordu. Benim hayatımda unutamadığım ve yıllar sonra da olsa hatırladığım bu küçük mutluluk anı belki de annemin zihninde şu anda hiçbir yer kaplamıyor. Çünkü o günü ondan sonra onunla hiç konuşmadık.
Yıllar yıllar önceki bu bayram arefesi hatırası, annemin gözyaşlarıyla nasıl alakalıydı diye düşünenleriniz çıkabilir. Ancak benim için unutulmaz olan bu hatırada olduğu gibi, annem ve babam, hayatımın her anında benim mutluluktan ışıl ışıl parlayan gözlerimi yeniden görmek için eminim pek çok şey yaptılar. Muhtemelen o gün alınan gümüş künye, annemin ısrarıyla olmuştu. O gün annemle birlikte gerçekleştirdiğimiz o alışverişte bir diğer önemli konu ise koşturmadan yapılmış ilk gezimiz olmasıydı.
Annemin koşturmadığı, yorulmadığı, sadece aheste aheste yürüyüp vitrinlere baktığımız ilk yürüyüşümüzdü belki de. Muhtemelen babamla birlikte bu kadar uzun zaman geçirerek yaptığımız ilk yürüyüşümüzdü. Demek ki bir ailede anne koşturan, hızlı davranan, yetişmek zorunda olan taraf olarak karşımıza çıkarken; baba da, güvende hissettiren, soğukkanlı ve yavaştan alan taraf olarak bu hızı dengeliyordu.
Bu dengeyi düşünürken aklıma gelen bu mutlu anlarımı yıllar sonra annemle beraber bir yere ulaşmaya çalışırken yeniden hatırladım. Sonra onunla beraber o zamanları yeniden yaşadık. “Sevincini çok fazla gösteren bir çocuk değildin” dedi annem. Sonra yeniden başka anılara daldık.
Birkaç piknik, şehir dışına yapılan seyahatler, kaplıcalardaki güzel anlar konuşulurken, annemin gözlerinin içindeki sevince bir gölge düştü. Doludizgin koştuğumuz hatıralardan sıyrılarak, bir ağırlık çöktü üstüne. Gözleri yaşardı, hafifçe sesi titredi ve “Yalnızlık zor oğlum” diye bir cümle düştü boğazının derinliklerinden. Konuşurken de koştururdu annem ama bu sefer derinden gelen bu hüzün yavaşça dökülmüştü ağzından. Annesinin gözyaşlarına karşı oldukça korumasızdır çocuklar. Ne diyeceğini ne yapacağını bilmez. Kalbimin hızla attığını, çılgın bir at gibi koşturduğunu hatırlıyorum. Annemin koşturması bana geçmişti. Artık sorumluluk bendeydi, yük benim omzumda… konuştuk bir süre ve sonra eski günlere dönerek atlattık o zor zamanı. Tekrar yüzüne bir ışıltı yansıdığında babamın bizden gittiği geçtiğimiz 3 yılı düşündüm. Ama hiç gitmiyordu, hep oradaydı. Zihnimizin hemen en ulaşılır yerinde…
Yeniden annemle sohbetimize döndüğümde onun tebessüm etmesinin değerini anlamıştım. O tebessüm edince bana yine huzur düştü. Rahatladım, yavaşladım…
Yani demem o ki, hayatımızı güzel anılarla taçlandıran; yüzümüzün gülmesinde emeği geçen annelerimizin tebessüm etmesi oldukça önemlidir. Annelerin gözlerinden akmayan yaşlara şükranlarımı sunuyorum.
Değerli annelerimizin her gün yanı başımızda olmasını dilerim. Annelerin günü, gözlerinden yaş dökülmediği her gündür.
Her daim gülümseyerek hatırladığımız annelerimizin, günü kutlu olsun…