Sapanca, bu kez yeni bir misafiri ağırlıyor: Hünnap. Nam-ı diğer “ölümsüzlük meyvesi.” Mütevazı ama dirayetli, küçük ama köklü bir meyve. Ne suya muhtaç, ne hastalığa yenik, ne de özel ilgiye ihtiyaç duyar. İki yılda meyve verir; hem kanaatkâr, hem de şifa kaynağı. Toprak hazır, doğa hazır… Gerisi Sapanca’ya kalmış.
Sapanca’nın toprağı, yüzyıllardır hikâyeler fısıldar.
İpekle dokunmuş zamanlar, tütünle yoğrulmuş emekler…
Üzümün bereketi, kirazın neşesi, kestanenin sabrı…
Ceviz, ayva, elma, armut …
Her biri bu coğrafyanın sesi, bu toprağın hafızası olmuş.
Zaman gelmiş dış mekân süs bitkileriyle güzelleşmiş,
Zaman gelmiş kivinin egzotik dokunuşuyla zenginleşmiş.
Ve şimdi, sanki yeni bir aktör göz kırpıyor: Hünnap.
Mütevazı ama güçlü, az bilinen ama derin köklere sahip.
Belki de Sapanca, hünnap ile yeni bir hikâye yazabilir.
…
Geçtiğimiz günlerde Sapanca’ya kısa bir ziyaretim oldu.
Bahçede otururken kayınbiraderim bir ağacın yanına gitti,
daldan bir meyve kopardı ve “Al, tadına bak” dedi.
Doğrusu, ne daha önce görmüştüm bu meyveyi,
ne de adını duymuştum.
Şöyle bir baktım: küçük, parlak ve davetkâr.
Biraz tereddüt, sonra bir ısırık…
Çıtır çıtır, hafif tatlı, sanki minik bir elma.
“Tadı hâlâ damağımda”
Dedim; “Bu ne?”
“Hünnap,” dedi.
O tek kelimeyle içimde bir merak filizlendi.
Eve döner dönmez araştırmaya koyuldum.
Meğer bu mütevazı meyve, binlerce yıllık bir kültürün sessiz tanığıymış.
Dayanıklı, kanaatkâr, şifalı…
Ne suya muhtaç, ne hastalığa yenik, ne de özel ilgiye ihtiyaç duyar.
İki yılda meyve verir, ama etkisi ömür boyu sürermiş.
Antik Çağlardan Osmanlı Sarayına
Antik Çin’de hünnap, şeftali, erik, kayısı ve kestane ile birlikte
beş kutsal meyveden biri sayılırmış.
Ruhu yatıştırıcı, kanı besleyici, dengeleyici olarak övülürmüş.
Osmanlı saray mutfağında da kendine yer bulmuş:
Reçel olmuş, macun olmuş, şerbet olmuş.
Saray dışında halk arasında ise
öksürüğe, boğaz ağrısına, uykusuzluğa çare olmuş.
Kimisi “Çin hurması” demiş, kimisi “jujuba.”
Bilimsel adı: Ziziphus jujuba.
Kısacası; küçük ama kudretli bir meyve.
Şifa geleneğiyle yoğrulmuş, zamanı aşan bir miras.
Sapanca’nın Toprağında Sessiz Bir Uyum
Bugün hünnap, Sapanca’nın toprağında filizlenebiliyor.
İlginçtir, kimse onu ticari olarak dikmemiş belki;
ama o kendi varlığını korumuş.
Özel bahçelerde, süs meyvesi gibi boy gösterir olmuş.
Oysa bu topraklar, hünnap için biçilmiş kaftan.
Soğuğa dayanıklı, toprak ayırt etmiyor, pH aralığı geniş.
Sapanca’nın alüvyal, orman kökenli toprağı organik madde bakımından da zengin.
Yani tam anlamıyla doğal bir yuva.
Kökleri Derin, Meyvesi Zarif
Meyvesi zeytin büyüklüğünde;
açık yeşilden kahverengiye dönerken,
güneşle öpüştükçe kırmızı lekelerle süsleniyor.
Görünüşü parlak, tadı ferahlatıcı, çıtır çıtır.
Bir ısırıkta şaşırtıyor, sonra her mevsim aranıyor.
Hünnap ağacı ise meyvesi kadar ilginç.
Yaprak döküyor, dikenli ama dirençli.
Ortalama ömrü ise 100 yılı buluyor.
Derin kökleriyle kuraklığa meydan okuyor,
hastalık tanımıyor, ilaç istemiyor.
Sadece Akdeniz meyve sineğine biraz hassas.
Şifa Deposu ve Geleceğin Tarımı
C vitamini zengini, antioksidan deposu.
Potasyum içeriyor, kas kontrolünü destekliyor.
Şekersiz reçel, pekmez, sirke, ezme, çay…
Hepsi hünnaptan.
Hatta yaprağı bile kaynatılıp içiliyor.
Bir üretici şöyle diyor:
“İki yıl önce diktik, bu yıl 5 kilo meyve verdi.
Ne ilacı var, ne gübresi, ne sulaması.
Satışı kolay, işçiliği yok. Ana dalı sabitle yeter.”
Kısacası hünnap, az bakım isteyen ama yüksek getiri sağlayan bir cevher.
Alternatif tarım arayan Sapancalı üreticiler için parlak bir fırsat.
Yeni Bir Başlangıç Olabilir mi?
Bu küçük, tatlı meyve;
Sapanca’nın tarımsal geleceğinde
yeni bir yıldız olabilir mi?
Toprak hazır.
Doğa hazır.
Gerisi Sapanca’ya kalmış.
Kaynakça
Hünnap Meyvesi: Geçmişten Günümüze Tıbbi Önemi
HÜNNAP Nedir? Her Gün Bir Avuç Yersen Ne Olur?
“Ölümsüzlük iksiri” hünnap meyvesi- Üretim Zamanı
Sapanca İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğü
