Hızla artan küreselleşmeye, bilgi teknolojilerindeki gelişime, alışveriş kültüründeki değişime karşı tek direnen Sapanca halk pazarı gibi. Bahadır OZAN, Sapanca INFO okurları için paylaştı.
Eski cuma pazarının anısına …
Bugün Perşembe.
Yarın kurulacak Cuma Pazarının hazırlıkları, bu geceden itibaren başlamış olacak. Sere serpe edilecek onca mahsul, tezgahların üstüne üstüne.
Ve ekmeğini buradan çıkaran pazarcılar, bereketi pazarda arayan müşterilerine kavuşacak.
Öyle bir kakafoni duyulacak ki her bir taraftan; bir şey almasan da en azından bir turatayım isteyeceksin.
Dünyanın omzuna yüklediği onca ağırlığı, pazardan aldıkların hafifletecek belki de bir süreliğine.
Balıkçı tezgahları üstünde geceden açılan o ışık yokmu o ışık; gün boyu hiç sönmeyecek. Ve hiç yere düşmeyecek, o balıkçının dudağında uzayan sigaranın külü.
Dünyanın bitmeyen dertlerine karşı beslenen umutları göreceksin, sönmüş bir sigaranın yanmış külünde.
İstavritlere, çinekoplara ve sarı kanatlara su serpildikçe yukarıdan yukarıdan; o gümüş grisi gözlerini kamaştıracak.
Birden bire yan taraftan gelen “Patates, Patates, Patates” diye bir sesle irkileceksin.
Beklenmeyen bir haberin aniliğini hatırlatacak sana bu pazarcı manisi.
Neyse ki kısa sürecek ürpertin ve bir sonraki tezgaha doğru yol alacaksın ince ince.
Kova kova siyah zeytin ve kalıp kalıp beyaz peynirler ilişecek gözüne.
Kimine göre tüm renklerin atası, kimine göre renksizlik anlamına gelen bir zıtlığı çağrıştıracak, zeytin peynir tezgahları sana.
Renklerin atasıysa eğer onlar,
Her şeyin bir gün aslına döneceğini geçireceksin aklından;
Yok eğer renksizliği ifade ediyorsa senin için siyah ve beyaz;
Bu sefer de acaba varlığımız ne kadar gerçek diye düşüneceksin.
“Kıvırcık salata, dolma biber” diye bağıran pazarcının sesi çınlayacak kulaklarında,
Ardından kıvrım kıvrım bir hayat yolunu ne ile doldurduğunu soracaksın kendine.
Sonra birden yüzünü Sapanca Gölüne doğru çevireceksin.
Gözlerin istasyondan kalkmayı bekleyen akşam trenini arayacak,
Bulamayınca treni olduğu yerde, ağız dolusu bir küfür savuracaksın boşluğa;
Yüksek hızlı trenle birlikte artık o istasyona uğramayan trenler, çocukluk anılarının pusunda göstermeye başlayacak kendilerini.
Aniden bugünün Perşembe olduğunu anımsayacaksın,
“Cuma’ya Bostancı’nın kahvesinde veririm” diye sözleşilen alacak vereceklerin, Pazartesi’den sonra unutulması, muzip bir gülümsemeye yol açacak yüzünde.
Ve tutulmayan sözlerin buluşma noktası olan o kahvenin, eski Cumalardaki halini özleyeceksin.
Pazarda işin bitince ayakların seni mecburi istikamet çarşıya doğru sürükleyecek;
Rahmetli Okey Ahmet Amca’nın büfesi önünden geçerken, acıtmayan bir hüzünle iç çekeceksin.
Öz Fenerbahçeliler Kıraathanesi yerindeki o kesif boşluğu; Rahmetli Osman Avar Amca’nın ruhuna okuduğun Fatiha’yla dolduracaksın.
Hangi hastalığa yakalanırsan yakalan seni iyileştiren Osman Amca’yı, Sapanca’nın Hipokratı olarak hatırlayacaksın.
Eve doğru yol alırken usul usul; dağlardaki tepelerdeki beton bloklara takılacak gözlerin.
Vay anasını diye kendi kendine konuşup, bu arap, bu acem zenginliğini sorgulayacaksın.
İşte tam da o an, satılıp giden o yerlerle birlikte çocukluk hatıralarının da haraç mezat edildiği gerçeğiyle yüzleşeceksin.
Ne yazık ki; artık bunu geri çevirme şansın hiç ama hiç olmayacak.
Son olarak çarşıya gelip etrafta konuşulanlara şöyle bir kulak kabartayım isteyeceksin ufaktan ufaktan.
Ve anlayacaksın ki; hepimiz Erkan Yolaç’ın sunduğu bir Evet-Hayır yarışmasının izleyicilerine dönüşmüşüz
Bugün Sapanca’da günlerden Perşembe,
Biz yine yiyip duruyoruz birbirimizi sersemce.