Evliya Çelebi seyahatnamesinde Sapanca kelimesinin zirai araç ve gereçlerden sayılan “saban” kelimesinden geldiğini ifade eder.
Sapanca, İpek Yolu üzerinde bulunan çok önemli bir yerleşim birimidir. Osmanlı döneminde idari olarak İzmit sancağına bağlıdır. Tarih boyunca İzmit ve İstanbul’da yaşanan gelişmelerden etkilenen bir konumda bulunmuştur. Osmanlılar bölgeye hakim olduktan sonra burada bir köy kurularak Ayan (Karye-i Ayan) ve Sabancı şeklinde adlandırılmıştır. 1530 Yılında Sapanca’da 20 hâne, 32 nefer, 10 mürecced, 1 imam ve 9 sipahi bulunmaktaydı. Kestane, armut, elma, üzüm ve kiraz meyveleriyle dolu olan Sapanca’da, Kanuni Sultan Süleyman devri devlet adamlarından Rüstem Paşa’nın inşa ettirdiği imâret, kervansaray, dükkân, hamam ve câmi bulunmaktaydı.
İstanbul’dan Anadolu’ya giden anayol, Sapanca’dan geçiyordu. İpek Yolu’nun İstanbul-Bağdat hattı olarak adlandırılan orta kolu Sapanca, Geyve ve Taraklı’dan geçerek Göynük üzerinden devam etmekteydi. Bu güzergâh üzerinde han ve posta menzilleri tesis edilmişti. İstanbul ve İzmit’ten geçerek Anadolu içlerine uzanan yolun Sapanca’dan geçtiğini göz önüne alacak olursak han, hamam, câmi, imâret, posta menzili gibi dini ve toplumsal tesislerle süslü olan Sapanca’nın önemli bir konaklama yeri olduğu aşikârdır. Bu eserlerden günümüze Rüstem Paşa Câmii, Rüstem Paşa Hamamı, Câmi-i Cedid, Mahmudiye Hasan Fehmi Paşa Câmii, Uzunkum Vâlide Sultan Câmii, Kırkpınar Hamîdiye Câmii, Yeni Mahalle Câmii/Mühâcir Mescidi ve Gazi Paşa Câmii ulaşabilmiştir.
Görüldüğü gibi bu Câmiler, genellikle bağlı bulunduğu diğer toplumsal müessesselerden daha çok son asırda arındırılmıştır. Her devirde yolcuların uğrak yeri olan Sapanca’ya, Hindistan’dan dönen Seydi Ali Reis’in de yolu düşmüştür. Kendisi buradan Ayan yerine Sabanca şeklinde bahsetmiştir. Bazı batılı gezginler, Sabangil yazılışına yer vermiştir. Evliya Çelebi ise, İzmitli bir Koca’nın ormanı açarak saban sürdüğü için bu adı aldığını belirtmiştir. Katip Çelebi de, Sapanca’nın yol güzergâhında orman içinde ve göl kıyısında surları olmayan düzlük bir kasaba olduğunu; içinde câmi, hamam ve çarşısı bulunduğunu; Rüstem Paşa’nın burada bir câmi, han ve imâret inşa ettirdiğini ifade etmiştir.
14. yüzyılda bölgeden geçen dünyaca meşhur seyyah İbn Battûta Sapanca’ya da uğramıştır. Bir İngiliz araştırmacısı ve gezgini olan Williame Ainsworth ise 1838 yılında Sapanca’dan geçmiştir. Sapanca’nın muhteşem manzaraya sahip olduğunu, kahvehane ve hanlarla dolu olan kasabanın her daim hareketli olduğunu kaydetmiştir.
Sakarya nehrinin sık sık taşması yüzünden Sapanca sürekli zarar görmekte, yol üzerindeki köprü ve diğer yapılar kullanılamaz hale gelmekteydi. Bu nedenle yolcuların rahat etmesi için merkezden bu köprülerin bakımının yapılmasına dair yazılar gönderilirdi. Demiryolunun Sapanca’dan geçmesiyle buranın önemi daha da artmıştır.
Özellikle 19. Yüzyılın sonlarında ve 20. Yüzyılın başlarında Kafkasya ve Balkanlar’dan gelen göçmenlerin buraya yerleştirilmesiyle Sapanca’nın nüfusu hızla arttığından, 19 Haziran 1957’de ilçe statüsüne yükseltilmiştir.
Sapanca bölgesinin fethinin, Osman Gazi ve oğlu Orhan Gazi’nin 1303 yılında Sakarya nehrinin batısına geçmesinden sonra 1304 yılında gerçekleştiği düşünülmektedir. Bir kasaba olarak Sapanca’nın 1337’de İzmit’in fethinden kısa süre sonra kurulduğu tahmin edilmektedir. Sapanca asıl yükselişini Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı ve Vezir-i Azam Rüstem Paşa’nın 1500-1561 yılları arasında yaptırdığı eserler sayesinde yaşamıştır. Rüstem Paşa’nın buraya ayrı bir alaka gösterdiği açıktır.
Sapanca, pâyitaht İstanbul’da meydana gelen siyasi ve sosyal olaylardan doğrudan etkilenmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın oğulları Selim ve Bayezid arasında başlayan taht kavgaları sebebiyle, Yeniçeriler ile sipahiler arasında yaşanan mücadeleler, Sapanca bölgesini oldukça meşgul etmişti. Hemen akabinde suhte ayaklanmaları, soygun ve baskınları halkı iyice bezdirmişti. Ayrıca kasabanın Ağaç Köprüsü ve diğer geçitlerinden İstanbul’a sürekli eşkıya sızması oluyordu. Bu nedenle devlet, Sapanca’da bulunan geçitlerden denetimli ve kontrollü geçiş sağlanması meselesine önem vermiş ve mesela 1559’da bu meselenin halli hususunda eski Tatvan Sancakbeyi Mehmed’i görevlendirmiştir.
Sapanca Gölü, Sapanca’ya farklı bir tabii güzellik katmakta ve bölge halkı için kasabanın önemini artırmaktadır. Gölün Sakarya Nehri ve Marmara Deniziyle üçlü bir zincir şeklinde birleştirilmesi fikri oldukça eskidir. İlk kez Roma İmparatorluğu döneminde ortaya atılan bu fikir Osmanlı döneminde de gündeme getirilmiştir. Hatta proje ile devrin büyük mimarı Mimar Sinan görevlendirilmiş, kendisi bizzat Sapanca’ya gelerek araştırmalarda bulunmuştur. Konuyla alakalı olarak 1640’lı yıllarda Evliya Çelebi’den önce Sakarya’yı gezen Jean-Babtiste Tavernier, kasaba ile gölün aynı adla anıldığını, yolunun bataklık olup atların bazen karnına kadar çıkan su birikintilerden geçmek zorunda kaldığını, içinde envâ-yı çeşit balık bulunan gölün çevresi on fersah olduğunu, göl çevresindeki kerestenin İstanbul’a ulaştırılmasında kolaylık sağlanması maksadıyla birçok Osmanlı hükümdarının gölü bir kanal ile körfeze bağlamayı tasarladığını, Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa’nın da bu tasarıyı gerçekleştirmeyi arzuladığını kaydetmiştir.”
Kâtip Çelebi de Sapanca Gölü’nün İzmit körfezine bağlanmasının mümkün olabileceği hakkında bir rapor hazırlamış ve padişaha sunmuştur. Bu projeyi gerçekleştirmek amacıyla 1759 yılında Yanaki adlı bir mühendis yanına aldığı 10 kişiyle bölgede araştırmalar yapmıştır. Bu mesele yakın zamanlara kadar 1845 yılında Sultan Abdülmecid döneminde dahi gündeme gelmiştir. Ancak, bu kadar uzun tarihi süreçte mühim bir gündem maddesi olmasına rağmen, çeşitli nedenlerle bu proje gerçekleşmemiştir.
Şehirlerarası ticaret kavşağında yer alan Sapanca’da, yolların bakım ve onarımı pek ehemmiyetli bir meseleydi. Sakarya Nehri ve Sapanca Gölü’nün taşması zaman zaman nakliyeyi aksatıyordu. Bu sebeple devlet tarafından bu hususta pekçok emirname yayımlanmıştır. Mesela 1559’da Ayan Gölü kenarındaki bozulan kervan yolunun Kocaeli Sancağı Muhafaza Memuru Sinan tarafından tamir edilmesi emri bunlardan birisidir. Bir başka zaman Sakarya nehrinin taşması üzerine Sapanca civarında zarar gören köprülerin tamiri için Âb-ı Sâfi’ye (Karapürçek) bağlı üç köyün ahalisi görevlendirilmiştir. Yani geçit ve köprülerin bakım, tamir ve emniyetini sağlamak yalnızca devlet görevlilerinin değil, yöre halkının da göreviydi.
Sapanca aynı zamanda devletin kereste ve odun ihtiyacını karşılayan bir ağaç deposudur. Tersane ve Tophane’nin kereste ihtiyacının önemli bölümü buradan karşılanmaktaydı. İstanbul’a nakli acil olan malların hızlı şekilde ulaştırılması için Sapanca kadılarına büyük iş düşmüştür.
Sapanca’da esas ekonomik faaliyet tarım ve hayvancılıktır. Bu nedenle bünyesinde bulundurduğu onlarca çiftlik ile devletin zahire ihtiyacını da karşılamıştır. Karabeyoğlu ve Kalaycıoğlu çiftlikleri bunlardan bazılarıdır. 1879 Yılında Sapanca gölü ve çevresinin temizlenerek küçük vapurların işletilmesi gündeme gelmiş, ancak gerçekleşmemiştir.
19. Yüzyılın sonuna doğru Sapanca da Balkan ve Kafkas muhacirlerine ev sahipliği yapmıştır. Gelenlerin çok olması beraberinde toplumsal huzursuzlukları da getirmiştir. Mesela Mahmudiye karyesinde bulunan Gürcü muhacirlerle, Şadiye (Kırkpınar) karyesindeki Çerkes muhacirler arasında arazi anlaşmazlıkları çıkmış ve olayların büyümesi üzerine tahkikat komisyonu oluşturulmuştur.
Kırkpınar karyesine yerleştirilen 60 hânelik Çerkes muhacirler, köyü sel basması sebebiyle başka yere nakledilmiştir. Diğer yandan, bölgeden tahliye edilen Rum ve Ermenilere ait çiftliklere muhacirler yerleştirilmiştir. Hatta Sapanca kıyısında İngiliz sefareti baş tercümanlarından Madam İde Merkali adında bir Alman’a ait çiftlik, devlet tarafından satın alınmış ve muhacirlerin hizmetine tahsis edilmiştir. Ardı arkası kesilmeyen muhacir göçü Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Mart 1921 tarihinde Yunan ordusu tarafından işgal edilen Sapanca, 22 Haziran 1921 günü düşmandan kurtarılmıştır.
Kaynak
Osmanlı Mimârî ve Mezar Taşı Kitâbeleriyle Sakarya (1639-1946)