Sapanca INFO

Sanat’ın Gücü

Sanatçının dış dünyadan etkilendiği akla gelir de sanat eserinin dış dünyayı ne ölçüde etkilediği fazlaca dikkate alınmaz. Sanat ne işe yarar?

Genelde sanatçının dış dünyadan etkilendiği akla gelir de sanat eserinin dış dünyayı ne ölçüde etkilediği fazlaca dikkate alınmaz. Bu konu özellikle “sanat ne işe yarar” sorusuyla gündeme getirilerek sanat eserinin dış dünyaya olan etkisi de bu çerçevede tartışılır; irdelenir.

Sanatın işlevi konusunda çok değişik görüşler dile getirilmiştir. Örneğin Can Grande “İnsanlığa seslenen şiirimle, yaşayanları acınacak hallerinden kurtarmak; mutluluğa kavuşturmak istedim” diyor. Demek ki şâir içerisinde bulunduğu toplumun yaşayanlarını acınacak durumda görüyor; onlara şiiyle seslenerek onları bu durumdan kurtarmaya çalışıyor.

Bazıları ise sanatın işlevini öncelikle insanın kendisinde bulunan güzel hasletlerin ortaya çıkarılması şeklinde ele alıyorlar.

Kimileri ise insanın yaşadığı sıkıntıları, özlemleri, umutları; hüzünleri, vicdan azaplarını dışa dökerek bir nevi hafiflemesi, kendini bulması olarak yorumluyorlar sanat eserini.
Goethe’nin “Genç Verterin Acıları” adlı kitabındaki kahramanı Verteri intihar ettirerek kendisinin intihar etmekten kurtulduğunu anlatılır.

“Kalpazanlar” da Andre Gide “Niçin bu kitabı yazdım; onu yazmak gerektiği için. Bütün bunları içimde taşısaydım sanırım rahat ölmezdim’ der.

Bu noktada insanın içini dökmesi olarak ortaya çıkmaktadır sanat. Bu da sanatçının soluduğu atmosferle yakından ilgilidir. Sanat eseri kimi zaman insana haz verir; bizi kendimizle yüzleştirir, heyecan uyandırır. En önemlisi de bize kimi ahlâkî yargılar aşılar. Örneğin kötülerle iyilerin mücadelesini anlatan eserler kötülük ve kötülere karşı çıkmak gibi bir ahlâkî tutum kazandırabilir.

Sanatın bir başka işlevi de farketmeyi sağlamasıdır. Hergün önünden geçip gittiğimiz bir ağaç belki bir tabiat manzarasını seyrettikten sonra daha bir dikkatimizi çekebilir. Ayrıca sanatın bir vatan hasreti ve bir hatırlama olduğu da söylenmiştir. “Dinle ney’den neler hikaye etmede/Ayrılıklardan şikayet etmede

Kısacası insanların hakikati idraki salt belli bilgilenme yöntemleriyle değil, sağduyu (vicdan, akl-ı selim) yetisinin uyandırılmasıyla mümkündür. Bu açıdan sanat insanların içsel (vicdani) yanını ortaya çıkarma yolunda bir imkandır.

İnsanın kendisi olduğu dönemde ortaya koyduğu bir imkan olması hasebiyle sanat, insanın kendinden kaçamadığı kendini gizleyemediği bir alandır. Dolayısıyla düşünsel alanda kendini gizleyebilmek mümkünken sanat alanında bu mümkün olmamaktadır. Sanat eseri olarak ortaya konulan kimi ürünlerin gerçekte  sanat olmaması insanın kendini gizleme çabasına sanatı aracı kılmaya çalışması sonucudur. İçinde insanı bulamadığımız ürünler bu açıdan sanat eseri de olamamaktadır. Çünkü bir eserin sanat eseri olabilmesi insanî özden beslenmiş olmasına bağlıdır. İnsani özün örselendiği, yıpratıldığı bir ortamda sanatın ayağa kalkması insanın yeniden dirilmesi anlamına gelecektir. Ve sanat insanı keşfedenler eliyle gerçek anlamına kavuşacaktır.

Çünkü sanatın gücünü farkeden egemen güçler her dönemde sanata bir ideolojik aygıt işlevi yüklemeye çalışmışlardır.

Sanatın imkanlarını kullanarak gerçek sanatın etkisini ideolojik aygıta dönüştürdükleri sanat (!) ile engellemeye çalışmışlardır; çalışmaktadırlar.

Onların kendi ideolojilerini yüklemeye çalıştıkları sanat (!) her zaman insani öz’e toslayıp tuzla buz olacak; köpük gidecek, öz kalacaktır.

Sanat’ın Gücü

Bir Filistinli şair için dönemin İsrail yöneticisi “Onunu şiiri tonlarca bombadan daha etkilidir” demişti. “Werther’ in Acıları” belli bir intihar salgınını getirmişti. Müziğin insanları nasıl yönlendirebildiğini her an görüyor ve yaşıyoruz.

Kısacası sanat insanları yönlendirici bir güce sahip. Çünkü sanat insanlarda belli bir duygu yoğunluğu oluşturur. Duyguları belli yönlere kanalize eder. Dağınık ve dikkatten kaçan bir çok şeyi; yani hayattaki yerine oturmayan oturtamadığımız şeyleri yerine oturtmaya çalışır. Sanat insana fark ettirir. Güneşin doğuşundan çok vitrinlere çevirilen gözlere güneşin güzelliğini farkettirmeye çalışır. Bir kez bile olsun bir gül’ü sevememiş ağlayan bir çocuğun masumluğunu farkedememiş insanlara asli duygularını hatırlatarak suni yaklaşımlardan sıyırmaya çalışır.

Gündelik hayatın hayhuyuna dalan insanlar için belki de oldukça önemsiz görülen bir çok ayrıntıyı gündeme getirir sanatçı. Yanısıra başkalarının çokça önemli saydığı bir olay sanatçı gözünde sıradan ve değersiz bilinebilir. Bu nokta ise hayattan koptuğu; kaçtığı şeklinde değerlendirilebilir.

Ancak sanat’ın gücü hep olumlu yönde tezâhür etmez. Sanat bazen insanın dengesini bozabilir. Gerçi sanatçılar genelde hasarlı insanlardır. Bu hasar çoğu zaman içsel bir hasar olarak tezahür eder. Hasarsız kusursuz sanatçı yoktur. Ama her hasarlıdan mutlaka bir sanatçı çıkmayabilir. Sanatçı ya gönlü yaralı bir aşık, ya ülkesi talan edilmiş bir yurtsuz, ya katliamlara uğratılmış bir ailenin yetimi olabilir. Eğer bu yaşadıkları karşısında doğru tepkiler ortaya koyuyorsa bu sanat insanların kendilerini tanımalarına vesile olabilir. Eğer yanlış tepkiler ortaya koyuyorsa o zaman sanat insanları hayattan koparan onları uyuşturan onları yanlış ve sahte bir dünyaya mahkum eden bir işlev görür. Yanlış tepkiler çoğu zaman sağlam referanslara sahip olamamanın sonucudur.

Kimi sebeplerle insani değerleri dumura uğramış Sanatçıların ortaya koyduğu sanat eserleri insanı hayattan koparabilir.

Sanat dünyevi lezzetleri aşırı bir şekilde abartarak insanları belli bir rehâvete ve uyuşukluğa itebilir. Ayrıca kimi kere hayatın gerçek anlamını kaybettirerek hayatı değersiz önemsiz ve sıkıcı gösterebilir. “Varolmanın dayanılmaz hafifliği”ni empoze ederek hayatın anlamsızlığını ortaya koymayı deneyebilir. Bu durum sanatçının hayata baktığı açı ile ilgili bir durum olmasının yanısıra içinde bulunulan gayr-ı insani ortama bir tepki olarak da değerlendirilebilir Sanat’ın gücü bu noktada insanlara, olumsuz etkilerde bulunur.

Bu yüzden sağlam referanslara sahip sanatçıların yetiştirilmesi gerekmektedir.

Çıkarıldığı mahkemede dava adamı bir şaire savcı “Yahu ne diye sende diğer şairler gibi çiçeklerden, böceklerden bahsetmiyorsun da böyle ideolojik şeyler yazıyorsun’ anlamında birşeyler söylemiş. Burada savcının tavrı ve sanatçıya bakışı dikkate değer. Yani ona göre sanatçı sadece dağda bayırda başıboş gezen, elleri ceplerinde saçları dağınık, çiçeklerle, böceklerle, mavi denizin yakamozlarıyla, kar yağışının güzelliğiyle uğraşan toplumdan ve toplumsal yaşantıdan uzak bir insandır. Elbette onun bu yargısını besleyen, kendine yabancı, toplumuna yabancı sanatçılar mevcut. Ancak bu yaklaşımda olan sanatçılar daha çok belli mahfillerin karnı tok, sırtı pek sanatçılarıdır.

Sanatçının çevresinde gelişen olaylara doğru tepkiler koyması demek insani tepkiler koyması demektir. Bu anlamda sanatçı belli bir sorumluluk bilinci taşıyan insandır. Gerçi sanatçının  dünyaya baktığı belli bir açı her zaman vardır. Bu kimi kere ideolojik kimi kere, dini mahiyet arz etmektedir. Ancak dünyanın neresinde olursa olsun hangi dine ve ideolojiye bağlı olursa olsun sanatçının ortaya koyduğu eserde evrensel insani temalar bulunabilmektedir. (Burada birçok değişik sanat kuramının sanata bakışını tartışmayacağım. Hepsinin ötesinde evrensel değerlerin buluştuğu noktaya dikkat çekmek istiyorum. O da sanatçının insan olduğu gerçeğidir.) İnsan aşık olur. insan özgür olmak ister. İnsan başkasının acısına kulağını tıkayıp gözünü kapayamaz. Yani insanın olduğu yerde insani değerler vardır. Zaman zaman insani değerler kimi ideolojik yaklaşımlarla dumura uğratılsa da belli bir insani öz yok olmamaktadır. Sanatçı da bir insan olduğuna göre o hem bir çiçeğin güzelliğini hem de kuru ekmeği katıksız yiyenlerin derdini beraber taşır.

Kaynak
Post-Truth

Yorum Yap