Keşkelerimiz çoğaldıkça yön levhaları da doğru yönü göstermeyebilir. Geriye keşkeler kalmadan önce bugünü dünden planlayabilir ve uygulayabiliriz. Bahadır OZAN, Sapanca INFO okurları için paylaştı.
Ahları mazide kalmış Keşkelerimiz …
Keşke kelimesindeki eyyamın büyüklüğüne başka kelimelerin yetişme imkânı olamaz. Özellikle de ölümle ilişki olarak kullanıldığında.
Vadenin dolması ardından kurulan keşke ile başlayan cümlelerin eskilerin deyimiyle hiçbir esbab-ı mucibesi ya da yine eskilerin deyimiyle hiçbir kıymet-i harbiyesi bulunmamaktadır.
Zamanı geri döndürebilme imkanına dönük bir yoksunluk duygusu ile hesaplaşabilmenin düşünsel bir aracı olan keşkeler, Don Kişot’un değirmenlere karşı at sürmesinden çok daha büyük bir lüzumsuzluktadır.
Eyyamcılığın hissi bir ağırlık kazanmış, acıyla şekillenmiş acımayı ve acındırmayı amaçlayan halidir.
İş işten geçtikten sonra dudağımıza yuva yapmış guguk kuşu gibi öter durur bu keşkeler.
Hiçbir şeyi geri getirmeyecek pişmanlıklardan ve hiçbir acıyı dindirmeyecek sözlerden kurulu bir demet yapma çiçektir bu 5 harfli laf-ı güzaf.
Olanın olmuş, gidenin gitmiş olduğu bir yerde kaçan balıkların büyüklüğünü yüze şamar gibi çarptırmaktan başka bir halta yaramayan bu kelimenin en çok dile dolandığı anlar, hiç konuşulmasa daha iyi olduğu anlardır.
Yani keşke ile başlayan bir cümle kurmaktansa vakti mundar etmeyip dut yemiş bülbül olmak çok daha iyidir.
Ah edip vah edip debelenmenin başlangıç noktası olan “keşke” lerin insan doğası gereği mevcut trajediyi kabul edilebilir hale getirmenin bir aracı olduğu düşüncesini külliyen reddediyorum.
Bu kelime kişinin kendini suçlayıp kendine olan saygısının yitmeye başladığı anlarda ortalıkta kol gezmeye başlar. “Şöyle olsaydı da böyle olsaydı, üç günlük dünyada üçün beşin hesabını yapmasaydık da şimdi içimizi kemiren bu düşüncelerin arasında keşkelere sarılmasaydık” diye düşünmek yine laf ettik bal kabağından başka birşey olamaz.
Bir insanın yetişme tarzına en iyi ışık tutan şey, fikir ayrılığına düşünce, menfaatler çatışınca ve kavga ederken sergilediği davranışlarında gizlidir.
Hani bir söz vardır ya “Herkesin üç kişiliği bulunur” diye. Sahip olduğu, açığa çıkardığı ve sahip olduğunu zannettiği.
Keşkeler en çok bu noktada karşımıza çıkar ve gerçek bizin ipuçlarını verir.
Yapılan ya da yapılmayan şeylerin ardından gelen keşkelerin en tipik ortak özelliği her iki durumda da şemsiyenin açılması noktasında bir işe yaramamalarıdır.
O şemsiye artık sen istediğin kadar keşke de açılmaz. Susmanın daha iyi olduğu bir yerde bedavadan keşkeler ile konuşmak mental bir yorgunluktan başka ne verebilir ki insana Allah Aşkına.
O nedenle Sapanca’da yaşadığımız şu üç günlük hayatın üçüncü gününde olduğumuzu düşünüp bir an önce kendimize gelelim.
Şöyle bir etrafımıza bakıp incik boncuk mevzulardan içine düştüğümüz dargınlıkları, küskünlükleri ve hep birilerini suçlama acizliğini bir kenara bırakıp keşkelerin kucağına düşmeden ilk adımı biz atalım.
Mal davasıymış, mülk davasıymış, yer davasıymış, kaşının üzerinde gözün var davasıymış bırakalım bu işleri.
Kim nereye ne götürmüş.
Zaten yakında satıla satıla yanımızda götürecek pek de bir şeyin kalmayacağı güzel Sapanca’da en azından etrafımızdaki insanların varlığını yitirmeyelim.
İstanbul’da geçen yıllarda tanıdığım gayrimüslim bir komşumun ettiği bir duası vardı hiç unutmam.
“Allah bizi insanlar ile var etsin.” diye bir duaydı.
Sapanca’da var olacağımız yerlerimiz birer birer başkalarının tapu kayıtlarına geçtiği şu günlerde en azından insanlarımız ile var olmak için şu keşkeleri çıkartıp atalım lūgatımızdan.
Ve atacağımız ilk adımı asla küçümsemeyelim.
Unutmayalım ki hayırların evetlere dönüşmesi, evetlerin hayıra dönüşmesinden daha kolaydır.