Cennet gibi Sapanca’nın her köşesi, dört mevsim boyunca eşsiz güzelliğe sahip. Bahadır OZAN, “Kar Yağdı Böyle Oldu” adlı yazısını Sapanca INFO okurları için paylaştı.
Mevsimleri pazarlanan yerler vardır, birbirinden farklı olan yerler. Kimi zaman yazları, kimi zaman kışları cazip gösterilerek satışlar yapılır.
Uzun zamandan beri ağırlıkla ilkbahar ve yazlarının satışa sunulduğu Sapanca’ya, kışın da çok yakışan bir mevsim olduğunu hatırlattı yağan kar. Unuttuğumuz güzelliklerini tekrar gözler önüne sererken, hiç unutamadığımız anların üzerinde yükselen beton blokları, beyazında; o derme çatma kalıpları da ayazında eritip yok etti sanki.
Sapanca’nın bayağıdır üzerine geçirmediği beyaz elbisesinin dondurduğu şey; ne üşüyen ellerimiz, ne de botlarımızdan üşüşen suyun çivi gibi kestiği ayaklarımızdı. Onun dondurduğu birşey vardıysa, o da zamandı sadece.
Bir zaman makinasının içine atıp hepimizi, verdi elini çocukluğumuza. Sobalı evlerin bacalarından çıkan dumanların sıcak yaşamların işaret fişeği olduğu zamanlara gittik. Bembeyaz sokaklar ve ışıl ışıl akşamlarda ışıklar sönünce tavanda raks eden bakır kızılı bir renk olurdu ya, emaye paça tuğlalı kuzinelerden çıkan. Ve gümbür gümbür olunca sıcağından kapağı bile kızaran halk tipi kömür sobalarımızdan etrafa yayılan. Belki sadece bir oda ısınırdı, belki temizliği ayrı bir dertti ama her odanın ısındığı ve temizlik sorunu olmayan doğal gazlı yoğuşmalı kombilerimizin onların boşluğunu dolduramadığını anladık, ceyranlar kesilince.
Bir gün her şeyin aslına döneceğini anımsattı belki de Edison abimiz kim bilir. Kar öyle güzel yağıyordu ki; üzerinde biriktiği her şeye ayrı bir güzellik katıyordu. Her tarafı dolduran şekilli evlerin, haliyle kapıları da duvarları da gayet şekilliydi. Ama hiçbirinin üzerinde biriken kar, dedemizin yaptığı çeperlerin, germelerin üzerinde durduğu gibi güzel durmuyordu.
Evlere kapanıp yağan kara, baka baka kendimizden geçmek isteğinden hangi yolların kapalı olduğuyla pek fazla ilgilenmedik. Çünkü etrafı kaplayan bembeyaz masumiyet, uzun süredir kapalı olan gönül yollarımızı çoktan açmıştı. Birkaç günlüğüne de olsa hayatlarımızın üzerini örten salak saçma gündemlerin yerini alan şeyin böylesi güzel bir örtü olması çok iyi geldi hepimize.
En çok da cam göbek mavisi gölümüzün geri geleceği umudu karla beraber yeşerince sevindik. Her şeye rağmen karabakalların, çullukların, kara tavukların Sapanca’yı terk etmediklerini görmek de çok güzeldi. Serçeler için camların önüne bulgur koymayı, kafaya buz sarkıtları düşer diye saçakların altından yürümemeye çalışmayı ne kadar da özlemişiz meğer. Hele sokak lambalarının ışığında rüzgarla köşe kapmaca oynayan kar tanelerinin birbiri içine geçişlerini izlemek, iki artistik buz patencisinin üzerlerinde gezinen yuvarlak sahne ışığı altındaki danslarını izlemek gibi birşeydi.
Akşamın karanlığında işten eve dönen adamların yerdeki bakışları dalgınlıktan değil; karın yere düşerken çıkardığı o tiz sesi duymak isteğindendi bu defa. Sigaralarının içlerine çekerken harlandıkça harlanan ateşi de sanki içlerini ısıtıyordu gecenin ayazında.
Ay bulutlar arasında bir kolye ucu gibi parıldarken, gecenin güzel bir şeyler anlatması için konuşmasına gerek kalmıyordu. Üzerinde kar biriken leylandilerin, çamların, ladinlerin eğilmeleri ağırlıktan değil, uzun zaman sonra gelen kara saygılarından gibiydi adeta.
Uzun bir hikayenin ilk cümlesi olabilecek kadar güzel birkaç günü hayattan çalmanın tadına doyamadık. Özetle ısınmanın küresel haline inat; beyazın en yöresel halinin Sapanca’sına tekrar geri dönmesi harikuladeydi.
Kar beyaz günlerin, yaşamlarımıza bembeyaz sayfalar açması dileğiyle…