Dr. İsmail KOÇ’un 8 Haziran -1 Temmuz 2022 tarihleri arasında Sakarya – Samsun – Artvin – Ardahan – Kars – Iğdır – Ağrı – Van – Muş – Ankara – Sakarya güzergâhında geçen, Anadolu’nun insan, yeşil, su ve toprak kokan hikâyelerine tanıklığını ele aldığı seyahat notlarının 3/3 nci bölümüdür.
“
Düzköy’de tarihi camide bir vakit namaz…
Tarihi kemerli köprünün üzerinden kızım ile geçmişe yolculuk yaparcasına adımlarken kimlerin ayak izine şahitsiniz ey taşlar dedim içimden, Çoruh’a kavuşmaya giden Borçka çayının takıldım peşine.. Biraz kaç dakika yol gittikten sonra sol tarafımda Düzköy tabelasını ve tarihi Düzköy Camii tabelasını gördüm.

Evet burası bizim dedelerin köyüymüş vay be.. Öyle etrafa bakarak ilerlediğimi mi gören bir köylü hoş geldiniz kimi ararsınız dedi. “Bizim sülaleden kimse kalmış mı köyde bakarım” dedim. Daha önce belirttiğim üzere 1877-1878 Osmanlı Rus savaşı sonrası bu bölgeden batıya çok fazla göç yaşanıyor. Göç etmek zorunda kalan ailelerden biri de bizim Osmanlı Aşağı Gönye Bölgesi Nüfus kayıtlarına göre Koçalioğlu sülalesi. Buradan göç etmek durumunda kalan dedelerimiz; Düzce- Boğaziçi, Akçakoca, Kartepe-Şefkatiye, Sapanca-Kurtköy bölgelerine göç ettiklerini biliyoruz. Bu bölgelerdeki ailelerimiz Soyadı kanunu ile Koç soyadını almışlar. Aile büyüklerimizin bu bölgede daha önce yapmış oldukları araştırma ve ziyaretler ile de burada yaşayan akrabalarımızın Koçal soyadını taşıdıkları bilgisine sahibiz.
Köyde kimi ararım? İbrahim KOÇAL amca ve İsmail KOÇAL amcalarımı ararım.

Amcaların ev koordinatlarını aldım. Köy içinde dolaşmaya başladım fakat yol beni bu kestane ağacından ilmek ilmek dokunmuş camiye bu eşsiz doğanın en kıymetli mabedine getirdi. Kimi kayıtlar 700 yıllık olduğunu belirtse de Düzköy Camii[1] 1850 tarihinde, köylülerce inşa edildiği belirtilmektedir. Dedelerimizin bu caminin bir tahtasını yontmuş olma ihtimali bile gurur verici.. Önce uzaktan baktım biraz, ve yakınındaki eski mezarlıkta yatanlar için de bir Fatiha okuyarak koştum dokunmak için bu eşsiz mabede..
[1] Borçka Düzköy’de yer almaktadır. Kitabesi bulunmamasına rağmen, sonradan yapılan tespitler sonucu, kuzey cephesine asılan levhasına göre, Hicri 1266 (M. 1850) tarihinde, köylülerce inşa edilmiştir. Geçici onarımlarla, günümüze ulaşan camii, ibadete açık bulunmaktadır. Altında geçmişte medrese olarak kullanılan, bodrum katı, üzerinde de dıştan, 11.39×10.97 metre ölçülerinde, kare planlı camii, yer almaktadır. Cephelerin sadeliğine rağmen, kapı kanatlarından başlayıp içteki mihrap, minber, mahfil eteği, korkuluklar, köşk ile tavanı, oyma ve kabartma şeklinde gerçekleştirilen bitkisel, realist, geometrik ve geçmelerden oluşan motiflerle süslenmiştir. Yapının sade tutulmuş ahşap orijinal cephelerine karşılık, iç mekândaki abartılı süslemeler, içle dışın tezadını ortaya koymaktadır. Ciddi bir onarıma ihtiyacı bulunmaktadır. (https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/artvin/gezilecekyer/duzkoy-merkez-mahallesicamii).

İkindi namazını ve iki rekatta Tahiyyetü’l mescid namazını eda etmek naip etti Rabbim.
Camlardan içeriye ışık süzülürken Mihrap, Minber ve Tavan işlemeleri deki süslemeler sanki birbirlerine nazire yapıyorlar. Avizenin renkleri Kestane ağaçları üzerinde birer yıldız gibi parlıyor. Bir teravih namazında keşke burada olabilsem diyorum içimden..
Caminin asma katından kızımın bana, “baba bu cami çok güzel biz bu akşam bu camide kalalım dese de Muş’a ne zaman varacağız” cümlesi de peşinden gelmedi değil..
Caminin hemen dibindeki oturakta oturmuş ve sırtımızı bu güzel camiye dayamışken, yıllar boyu kestane ağaçlarının en kıvrımlı hatlarına kadar sızmış Kelamın en güzelini duyar gibi oldum. Cami ve çevresinde epeyce vakit geçirdikten sonra İbrahim Koçal amcanın evini bulmaya koyuldum. Sol yanıma baktığımda da Borçka deresinin Çoruh’a kavuştuğu bu vadiye doğruda bir fotoğraf çekiverdim.

Sağ tarafta bekleyen birisi var, tam arabasına binecek ki yanında durdum, “İbrahim Koçalı arıyorum” dedim. Neden soruyorsunuz dedi, bende kendileri akrabamız olur Sapanca’dan geliyorum deyince evlerine misafir ettiler. Yukarı taraftan bizi seyreden ablaya da amcakızı nasılsın dedim, şaşırdı tabi ki. Tanımadığı 150 yıl öteden bir amcaoğlunun geldiğini nereden bilsin.. Evlerine konuk olduk, İbrahim amca ve yengemizin ellerinden öptük, hayır dualarını aldık. Çok sevindiler. Düzköy’ün tüm dağlarını gören güzel evlerinde ferahlatıcı rüzgâr eşliğinde Düzköy’ün verimli topraklarında bahçelerinde yetişmiş çaylarından demledikleri çaylarımızı yudumladık… Misafirleri olmamız için ısrar etseler de Hopa’ya geri dönmemiz gerektiğinden bu isteklerini geri çevirmek zorunda kaldık…
Hopa’dan ayrılış vakti geldi. Eşyalarımızı topladık, 37 km yakındaki Batum’a bir tur firması ile gezi planlamış olsak ta bu planımızı gerçekleştiremedik. Merak ettiğim yerlerden biri olan Batum’da dünyanın en büyük botanik parklarından birisi bulunmakta. “Batum Botanik Bahçesini” bir Gürcistan seyahatine saklayarak direksiyonumuzu tekrardan
Cankurtaran geçidine çevirdik. Düzköy’den geçerek, içerisinde tarihi bir kale bulunan ve ismini de buradan alan Kale köyü ve Demirciler köyünü aşarak bizi karşılayacak olan Çoruh nehrine, Borçka ilçe merkezine oradan Muratlı köyüne ve Karagöl’e varmak üzere düştük yollara…
Borçka merkeze varıyoruz. Akşam yemeği için çarşısına uğramak, soluklanmak üzere döneceğiz diyerek Muratlı köyüne, sınıra, doğru ilerliyoruz. Çoruh’un yeşiline bakmaktan kendimi alamasam da biraz da korku mu bilmem direksiyona daha sıkı tutunduğumu fark ediyorum. Az ilerde yol boyu sahibinin önünden muhtemel bahçeye otlamaya giden inekleri görüyor ve 41 kere maşallah diyorum. Biraz daha gidince Karşı köy çıkıyor karşıma. Çoruh nehri üzerinde inşa edilen barajlardan dolayı birçok ev ve iş yerinin boşaltıldığını biliyoruz.
Bu bölgeden en yakın zamandaki göç dalgasının da barajlar dolayısı ile olduğunu biliyoruz. Karşıköy Çay fabrikasının bacası ve Karşı köy camisinin sular altında kalmış minaresi dikkatimi çekiyor. Hikâyesini biraz araştırdığımda; kandil günleri ve ramazanlarda köy imamı sandalla camiye ulaşıp ezanı bu cami minaresinden okuduklarını öğreniyorum. Nice anılar, yaşanmışlıklar Çoruh nehrinin soğuk sularına sığınmış, karşı köyün kahvesinde konuşulmayı bekliyor.

Karşıköyü geride bırakarak Muratlı barajı üzerinden Muratlı köyüne varıyoruz. Burada Ahşap işçiliğinin en güzel örneklerinden birini yansıtan Muratlı Camiini[2] bizleri karşılıyor. Nehir burada ülke sınırı görevi görmektedir. Muratlı köyü ile Kobeti köyü eski günleri yad ederken Maradidi de taş köşeli oymalı tavanlı camisinde okunan ezan belki de sohbete ortak olur…
[2] Borçka Muratlı Köyü’nde yer almaktadır. Mahfile giriş sağlayan kapının üzerindeki kitabeye göre yapı, Hicri 1262 Miladi 1846 yılında, Ahmet Usta (Aslan oğlu) tarafından inşa edilmiştir. Yine üzerindeki kitabelerine göre, Hicri 1263 Miladi 1847 tarihinde Uzunhasan Zade Hüseyin Alemdar tarafından minberi, Sağıroğlu Hüseyin Ağa tarafından da mahfil katı yaptırılmıştır. Yöredeki Rus işgali zamanında iç mekanda meydana gelen tahripler nedeniyle, onarım gören camiinin orijinal ahşap minaresi 1979 yılında yeniden yaptırılmıştır. Bunların dışında halkın katkılarıyla, kısmi onarımlar geçiren camii, ibadete açık bulunmaktadır.
(https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/artvin/gezilecekyer/muratli-camii)

Muratlı’nın tekrardan essiz Çoruh manzaraları eşliğinde geri dönüyor Borçka’ya 10 km kala sola, Karagöl Tabiat Parkı tabelalarını takip ederek vadi boyunca yokuş çıkmaya başlıyoruz. Turizm yatırımları konusunda bir kitabı olunca insanın özellikle bu vadi boyunca hizmet veren turizm konaklama işletmeleri gözümden kaçmıyor. (3)
(3) iç mekanda meydana gelen tahripler nedeniyle, onarım gören camiinin orijinal ahşap minaresi 1979 yılında yeniden yaptırılmıştır. Bunların dışında halkın katkılarıyla, kısmi onarımlar geçiren camii, ibadete açık bulunmaktadır.( https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/artvin/gezilecekyer/muratli-camii)

Yol üzerinde giderken kestane ağacından yapılmış 2 katlı, yanında Serender olan, Bahçesinde mısır çapası yeni yapılmış, fasulye sırıkları dikilmiş o asil evin kapısını çalıp bir gece orada misafir olasım geliyor. Yaklaşık 10 km daha ilerledikten sonra dar ve kısmen bozuk bir yol boyunca derin vadilerin yamaçlarından Karagöl adlı cennetten bir köşeye varıyoruz.

Yol boyu kovanlarını kurmuş çiftçilerimiz ile selamlaşarak, bazen de turist taşıyan minibüsler ile yol verme cömertliği içerisinde Karagöl Milli Parkları araç park alanına varıyoruz. Aracınızdan indiğinizde yeşilin tüm tonlarına iliklerinize kadar doyuyorsunuz. Kızılağaçlar arasından esen soğuk rüzgâr yüzünüzdeki o teri anda alıp gidiyor. Derin kızılağaç ormanına karşı nedendir bilme avazın çıktığı kadar da bağırası geliyor insanın. Bende dayanamayıp Elif Senaaaa diye bağırıyorum. Ormanın içerisine doğru yürüdüğünüzde karşınızda yemyeşil bir göl gölgeniz ile size merhaba diyor. Ahşap iskeleye çıktığınızda solungaçları ile merhaba diyen alabalıkların neşesine ortak oluyorsunuz.
Yeşilin ve mavinin tonlarının olduğu yerler beni benden alır ve o yüzden gittiğim yerde ağaç arıyorum, su arıyorum, yoksa da on beş günden fazla duramıyorum. Bolu-Yedigöller, Sakarya-Sülüklü göl aynı özellikleri taşıyan göller diyebilirim. Kamp çadırlarını kurmuş olan gençler akşama hazırlık yaparken bizlerde gölü besleyen dereye doğru ilerliyoruz. Dereye varmadan taşa yaslanarak göğe yükselmiş bir kızılağaç bende ki lirik duyguları coşturuyor ve sözlerimi evrenin boşluğuna kaydediyorum.. Dereye Uzunca bir süre ayaklarımızı sokup berrak suyunda ikindi namazı için abdest almayı da ihmal etmiyorum. Öyle ki burada yıllarca kalsanız güzelliğine, havasına, suyuna doyamazsınız.
Artık akşam yemeği için Borçka’ya dönüş vakti… Dönüş yolunda çay molası için bir aile işletmesine konuk oluyoruz, hoş sohbetlerini ardımızda bırakarak yarım saatlik bir yoldan sonra Borçka’ya varıyoruz. Çoruh nehri üzerindeki köprüden geçerek, çarşı içerisinde sulu yemekler yapan bir esnaf lokantası arıyorum. Solda bir esnaf lokantasının önüne yanaşıyorum. Aracımı park etmeme de yardımcı olan kardeşimiz “abi sadece pilavım kaldı, size de yetmez, karşı komşu esnafa geçin, arabanızda burada durabilir dedi”.. bende “Adamsın üstüne de kral esnafsın diyemeden yapamadım..
Gencin bizleri yönlendirdiği “Keyfi –Ziyafet” adlı hanımların işlettikleri bu işletmede yemeklerimizi yemeye koyulduk. Bizim yaşlılar çalışmadan duramaz.. arka masada konu teyzenin erik ağacına neden çıktığı üzerine…sizi mi bekleydum diyor .. haklı…Bu arada yemekler leziz, sütlaç daha lezizdi.. Teşekkür edip, kendilerine güzel dileklerde bulunup oradan ayrıldık. Google yorumlardaki sütlaç severler haklıymış…