Sapanca INFO

GÜLCEMAL Adlı Bir Gemi

Titanic’i inşa eden şirketin Belfast’ta ürettiği bir geminin, Selanik’te ki kaderi Sapanca’ya taşıyacağını kim düşünebilirdi? Sapanca’da Rumlardan kalma yıkık dökük, kuzine sobalı bir evde GÜLCEMAL üstüne anılar anlatıldı. Bu anıları kaleme alan Bahadır OZAN, “GÜLCEMAL Adlı Bir Gemi” adlı yazısını Sapanca INFO okurları için paylaştı.



Bir devrin panoraması olan Gülcemal Vapurunun öyküsü, Birleşik Krallık’ın Belfast kentinde başladı. Trajik sonu ile hafızalara kazınan Titanic gemisini de inşa eden White Star Line şirketi tarafından 15 Temmuz 1874’te “Germanic” adıyla kızaktan indirildi. Gülcemal, asıl kimliğini Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi tarafından 1911 yılında 25,110.60 altın liraya satın alınıp Sultan V. Mehmet Reşat’ın annesinin adı olan ve “gül çehreli, gül gibi güzel” anlamına gelen Gülcemal adı verildikten sonra kazandı. Sultan Reşad’ın Rumeli seyahatinden Balkan Savaşları’na, savaş esirlerinin değiş-tokuşundan I. Dünya Savaşı’na oradan yeniden New York’a ve tekrar Türkiye kıyılarına uzanan bir serüvende Gülcemal vasıta olarak kullanıldı. 

Titanic’i inşa eden şirketin Belfast’ta ürettiği bir geminin, Selanik’te ki kaderi Sapanca’ya taşıyacağını kim düşünebilirdi? Sapanca’da Rumlardan kalma yıkık dökük, kuzine sobalı bir evde GÜLCEMAL üstüne anılar anlatıldı. Bu anıları kaleme alan Bahadır OZAN, “GÜLCEMAL Adlı Bir Gemi” adlı yazısını Sapanca INFO okurları için paylaştı.

Mayıs 1923′ de GÜLCEMAL adlı bir gemi Selanik Limanından demir alır. Geminin kaptanı İstanbul’lu bir Rumdur. O an GÜLCEMAL için, bir geminin önü ve arkası anlamına gelen “Pupa ve Pruva” gibi ifadeler anlamını yitirmiştir. Pupa geride kalan 522 yıllık hafızayı tanımlarken; Pruva ise nihayetsiz bir muammayı tanımlamaktadır.

Osmanlı’nın Rumeli’deki 2. büyük kenti olan Selanik’in öz be öz Türk ahalisi, hatıralarını emanet bırakarak çıktığı bu yolculuğun, bir deniz yolculuğu değil; bir hayat yolculuğu olduğunu bilmektedir. Gülcemal’in bordasındaki sallantılar, bir adalar denizinin dalgalarından değil de; yas tutan birinin mateminden kaynaklanıyor gibidir adeta. 

Terk edilmek zorunda kalınan yurdun ardı gidilecek yerin fark etmeyişi, tıklım tıkış yolcuların yüzlerindeki o künt ifadeden alabildiğine bellidir. Mudanya açıklarına gelindiğinde hava aniden döner ve şiddetli bir firtına GÜLCEMAL ‘i ağzında gevelemeye başlar.

Kaptan bir yandan dalgalarla boğuşurken bir yandan da dalga dalga büyüyen panikle uğraşmaktadır. Fırtınanın etkisini arttıran bu hal karşısında Tekbirler getirilir, dualar yapılır, buraya kadarmış diye düşünülüp helallikler alınır. 

Fırtına “gemiyi en son kim terkedecek” diye sille tokat kaptanı siniyor gibidir. Bu düelloyu daha vahim hale sokan ağıtlara daha fazla dayanmayan kaptanın öfkesi, fırtınayı aşar ve güverteye boca olur. “Fırtınaya tutulunca mı Allah’ ınız geldi aklınıza?” diye bağırır.

Bu çıkış önce güvertedeki paniği sonra da dışarıdaki fırtınayı dağıtı verir. Fırtınanın ağzında geveleyip midesine indiremediği gemideki yolculardan biri, henüz 11 yaşındaki Hasan isimli bir çocuktur. 

Suyun bol olduğu yer anlamına gelen “Vodina” dan, yine suyun bol olduğu bir yer olan Sapanca’ya gitmektedir. Gülcemal’in güvertesinde acılarla olgunlaşan bir kuşağın mensubu olarak yol alan Hasan, küçük ama kaderinden kaçamayacağını bilecek kadar olgun, ona doğru koşacak kadar da güçlüdür.

Sapanca’ da onu bekleyen şey, Rumlardan kalma yıkık dökük bir ev ve Devlet in verdiği topraklardır. Çalışkan ve inançlı bir çocuktur. Namazını işlerine göre değil, işlerini namazına göre ayarlar. Atatürk’e ve Türk milletine olan bağlılığını “Bir Ağustos ayı Cuma’sında hutbedeki hocanın, Ağustos’ da kazanılan Malazgirt, Mohaç, Çaldıran gibi Türk zaferlerini anarken: Büyük Taarruzu anmaması üzerine bunu ona uygun bir lisanla hatırlatarak gösterir. Mayamızın topraktan olduğunu bilen Hasan’ın toprakla arkadaşlığı, zamanla dostluk mertebesine çıkar. Ve bir ömür boyunca kadim bir şekilde devam eder. 

Evlilik yaşı gelince onun gibi “Vodina” dan gelen Havva ile evlenir. 3 kız, 2 erkek, 5 çocuğu olur. Bostancı’ nın kahvesini işleterek, bahçelerindeki meyveleri toplayarak hepsini okutur. 7 torunu olur. Torunlarına “Sevdiğiniz birine hediye vermek istiyorsanız şu bizim Kastarcı fidanlarından verin ” der. Torunlar da çocuklar gibi dürüstlüğü, çalışkanlığı, kul hakkını ve ibadetin gizli olanının makbul olduğunu ondan öğrenirler. İçlerinden biri 11 yaşına gelince bahçelerde ona yardıma gider. 12 sinde yıllarca işlettiği kahvede çalışır yazları. Bundan dolayı onu bir aynı sever sanki.

Ona, merdiven ağaca nasıl yaslanır, en dengeli vaziyette nasıl erik toplanır, erikler en az ezilecek şekilde nasıl kasalanır, bir bir öğretir. Kurak yazlar, cevizlere “Vita” tenekeleriyle taşınan can sularının nelere kadir olduğunu 11 lik torun, dedesinden o bahçelerde öğrenir.

Merkebinin semerine yükleyip eve getirdiği meyvelerin tadıyla, kuzine için getirdiği odunların sıcaklığı başka güzeldir 11′ lik torun için. Bir de sabah namazından sonra kuzinede nemlediği çayın tüm evi saran kokusu. 11′ lik torun üniversite çağına gelince, evlerinde rahat ders çalışabileceği kendi odası olmadığından ders çalışabilsin diye onu yanına alır. Her sabah kuzineyi yakıp, kahvaltısını hazırlar. Torunundan isteği, ekmeğini eline aldığı gün birlikte Selanik’e gidip çocukluğunun Vodina’sını ona göstermektir.

Torun bu hayalle motive olur derslerine. Torun okulu zamanında bitirir. Dede de bu dünyadaki zamanını. Hayal gerçekleşmez ama dede torunun kendini gerçekleştirmesine yardım eder. 

GÜLCEMAL ‘in güvertesindeki 11’lik çocuk, benim rahmetli Hasan dedemdir.

Onun kuzine yaktığı 11’lik çocuk da ben, Bahadır OZAN. 

Mekanın cennet olsun dedecim.

Yorum Yap

İçimdeki BEN, Dışımdaki SEN ve SAPANCA ...