COVID-19 vakalarının yeniden artmaya başlaması üzerine AŞI karşıtlığı söylemler de gündemde ki yerini aldı. Covid-19 aşısı ile dünya nüfusunu zorunlu dijital kimliğe geçirmek, ülkeleri çökertmek mi istiyorlar?
2020 yılının Mart ayından beri COVID-19 ile mücadele eden ülkemizde vefat sayısı 99 bini, dünya genelinde ise 6,3 milyonu aştı. Sapanca ilçesinde de hayatının kaybeden yakınlarımız, arkadaşlarımız, akrabalarımız ve hemşerilerimiz oldu. Tam bitiyor derken COVID-19 vakalarının yeniden artmaya başladığı günlerde aşı karşıtlığı üzerine söylemlerde tekrar gündeme gelmeye başladı.
COVID-19 salgını gerçekten pandemik denemelerin son ürünümü? Dünya nüfusunu zorunlu dijital kimliğe geçirmek, ülke ekonomilerini karantinalarla çökertmek ve tek dünya devletine geçişi sağlamak mı istiyorlar? Dünyayı gerçek anlamda devletler veya Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumlar mı yoksa küresel elitin elinde yoğunlaşan sermaye mi yönetiyor?
“Bilmediğini bilmek en iyisidir. Bilmeyip de bildiğini sanmak tehlikeli bir hastalıktır”
Lao-Tzu
Çinli düşünür Lao-Tzu’nun dikkatini çektiği belki de bilgi çağının bu en büyük bulaşıcı hastalığına yakalanmamak için düşüncelerimizin içine köpekbalığı atmak panzehir olabilir belki de.
Rivayet odur ki; Japonlar taze balığı çok severmiş. Fakat Japon sahillerinde ihtiyacın tamamını karşılayacak kadar balık bulmak mümkün değilmiş. Talebi karşılayamayan balıkçılar, daha büyük tekneler yaptırıp, daha uzaklara açılmışlar. Balık için açık denizlere gidildikçe, tutulan balıkların tazeliği de kaybolmaktaymış.
Birkaç gün beklemiş balığı lezzetsiz bulan Japonlara ürünlerini satamayan balıkçılar sorunu çözebilmek için teknelerine soğuk hava depoları yaptırmışlar. Böylece istedikleri kadar uzağa gidip, tuttukları balıkları da dondurulmuş olarak saklayabileceklermiş. Ancak, Japon halkı taze ile donmuş balık arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor ve donmuş balıklara fazla para ödemek istemiyorlarmış.
Balıkçılar bu durumu çözebilmek için teknelerine balık havuzları yaptırmışlar. Balıklar havuz içerisinde sıkışacaklar, birbirlerine çarpa çarpa biraz da sersemleyecekler ama yine de canlı kalabileceklermiş.
Bu seferde hareketsiz, uyuşmuş vaziyette günlerce yol gelen balıklar; canlı, diri, hareketli, taze balık lezzetinde değilmiş.
Bu sorunu çözmek için balıkçılar, balıkları yine teknelerindeki akvaryumlarda tuttular, ancak içine küçük bir de köpekbalığı attılar. Balıkların bazıları köpekbalığı tarafından yutuldu ama geride kalanlar köpek balığı tarafından sürekli kovalandığı için son derece hareketli ve taze kaldılar.
1950’lerde, L.Ron Hubbard‘ın gözlemlediği üzere “İnsanoğlu ancak hırs iddiası içinde bulunursa, anormal çabalar sarf eder“. Diyor ki; L.Ron Hubbard; “Ne kadar akıllı, uzman, inatçı iseniz iyi bir problemle uğraşmaktan o kadar zevk alırsınız. Problem sizi ne kadar zorluyorsa ve siz onu adım adım çözebiliyorsanız, bundan da o derece mutluluk duyarsınız, heyecan duyarsınız ve enerji dolu, canlı, ayakta kalırsınız.”
Hakikate ulaşmak için kesin inanç ve önyargılarımızın bulunduğu düşünce havuzumuzun içine belki de Japon balıkçıları gibi bir köpek balığı atabiliriz. Çünkü yazar Bülent SÖNMEZ “Hakikatin değer taşımadığı bir zaman tasavvuru tarihin sonuna işaret eder” der.
Belki de düşüncelerimizin içine atacağımız köpekbalığı, aşı karşıtı karşıtı veya yandaşı olmadan önce “Aşı Karşıtlığının Yüzlerce Yıllık Tarihini, Nasıl Doğduğunu, Nasıl Örgütlendiğini veya Pandemilere Etkisinin Ne Olduğunu?” okuyabiliriz.
Veya “İnsanlık Tarihinin Seyrini Değiştiren 11 Salgın Hastalık” hakkında ön araştırma yapabiliriz.
Veya “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Salgın Hastalıklar ve Kamu Sağlığı” kitabını da okuyabiliriz.
Hatta “Covid-19 Hakkında Komplo Teorisi İçeren Dijital İçeriklerin Biçimsel Özellikleri ve Yayılım Düzeyleri Arasındaki İlişkiye Yönelik Bir Analiz” adlı akademik çalışmaya da göz atabiliriz.
Hiç olmaz ise Sultan Abdülhamid Han’ın köpek balığından nasıl yararlandığına bir göz atabiliriz;
“Bilindiği üzere kuduz aşısı ilk kez 1885 yılında Fransız mikrobiyolog ve kimyageri Louis Pasteur (1822-1895) tarafından keşfedilmişti. Bulduğu aşıyı uygulamaya koyup geliştirmeye çalıştığında Osmanlı tahtında II. Abdülhamid Han oturuyor ve gelişmeleri de yakından takip ediyordu.
Aşıyı bulduktan sonra devlet başkanlarına mektup yazan Pasteur, kuracağı enstitü için yardım talep etmişti. Rus Çarı, sadece 2 metre boyundaki portresiyle beraber kuru bir tebrik mektubu yollamakla yetindi.
Sultan Abdülhamid ise, bakteriyoloji alanındaki yeniliklerin yurda getirilmesi ve Pasteur Enstitüsü’nün kurulması amacıyla, aşının keşfinden bir yıl sonra, Haziran 1886’da heyet oluşturup Fransa’ya gönderdi.
İlk mikrobiyologlarımızdan Miralay Dr. Hüseyin Remzi Bey, Zoeros Paşa ve Veteriner Hüseyin Hüsnü Bey’den oluşan heyet Paris’e gitti. Bir müddet Pasteur Enstitüsü’nde çalıştı ve tabir yerindeyse staj yaptı.
Abdülhamid bununla da kalmadı, heyet aracılığıyla adı geçen Pasteur Enstitüsü’ne 10 bin altın (veya frank) ve birinci dereceden Mecidiye Nişanı ve bir madalya hediye etti.
Sultan Abdülhamid ile Pasteur arasındaki ilk temas da böylece sağlanmış oldu. Heyet, İstanbul’a döndükten sonra Abdülhamid’in iki yıl içerisinde tamamlattığı “Dârü’l-Kelb Tedavihanesi”nde (Kuduz Hastanesi) görev yapmaya başladı. Pasteur Enstitüsü’nde gördüklerini Osmanlı topraklarında tatbik etti. Hatta Pasteur, güvendiği yardımcılarından Dr. M. Nicolle’ü İstanbul’a gönderdi. Yıllarca maaşlı olarak Osmanlı hastanelerinde hizmet etmesi temin edildi. Bu sayede aşı, keşfinden sadece 3 yıl sonra İstanbul’da üretilmeye başlandı.
Saraya yakınlığı ile tanınan Said Naum Duhani’nin naklettiği bilgilere göre Abdülhamid, Pasteur ile bizzat mektuplaştı. Bu tıp adamına muhabbet ve yakınlığını göstermek için “Mon Cher Monsieur Pasteur” (Azizim Mösyö Pasteur) diye hitap etti.
Kolera salgınının önlenmesine Pasteur de katkıda bulundu. Abdülhamid Han ile Pasteur arasındaki sıcak ilişkiler, 1892’de İstanbul’da baş gösteren “kolera salgını” münasebetiyle de devam etti ve daha da gelişti.
Osmanlı doktorlarının, ortaya çıkan salgının kolera olup olmadığı hakkında çelişki ve kararsızlık içerisine düşmeleri üzerine Sultan Abdülhamid, Pasteur ile iletişim kurarak ondan yardım istedi. Pasteur, padişahın müracaatına, adamlarının en değerlisi olan Dr. Şantimes’i İstanbul’a göndererek cevap verdi. Şantimes’in çalışmaları sayesinde, hastalığın kolera olduğu anlaşılacak ve salgın kısa sürede mağlup edilecekti.
Koleranın yenilmesinden çok memnun kalan Abdülhamid Han, Şantimes’i bulmuşken bırakmak istemedi. Birçok vaatlerle, hediye, ihsan ve iltifatlarla Türkiye’de kalmaya ikna etmeye çalıştı. Şantimes ise padişahın cazip tekliflerini, Paris’te yapacak çok işinin olduğunu söyleyerek geri çevirdi, dönmekte ısrar etti. Bunun üzerine Abdülhamid, bizzat Pasteur’e başvurarak, Şantimes’i Osmanlı Devleti’ne vermesini ısrarla rica etti. Pasteur de Padişahtan, kendisini sağ kolundan mahrum bırakmamasını rica etti. Şantimes’e karşılık Türkiye’ye onun kadar faydalı olabilecek başka bir hekim göndermeye söz verdi. Böylece Dr. M. Nicolle’ün, Şantimes’in yerine Osmanlı’ya gelip yerleşmesi ve uzun yıllar hizmet etmesinin sağlanması, bu olay sonucunda gerçekleşmiştir.”
Sonuç olarak;
Bir problemle karşılaştığımızda hemen komplo teorilerine meyletme kolaycılığına düşmeden ve/veya komplo olsa bile problemlerden uzaklaşmak yerine dâhil olarak çabalayabilir ve sorunlarımızın üstüne gidebiliriz.
Boris Johnson’un yerine geçmesi için ön plana çıkarılan isimlerden birinin Irak’taki Saddam zulmünden kaçıp İngiltere’ye yerleşen Kürt asıllı İngiliz politikacı ve Covid-19 ile en etkili mücadele yöntemlerini uygulayan başarılı sağlık bakanı Nadhim Zahawi olduğunda, İngilizlerin yaptığı gibi.
ABD merkezli Pfizer ile birlikte geliştirdikleri koronavirüs aşısında yüzde 90 başarıya ulaştıklarını açıklayan Almanya merkezli BioNTech şirketini, Türkiye’den Almanya’ya göçmüş ailenin çocukları olan Özlem TÜRECİ ve Uğur ŞAHİN tarafından 2008’de kurulduğunda, Almanların yaptığı gibi.
Problemlerimiz çok ve çeşitli olabilir. Ümitsiz olmayalım. Onları tanıyalım, organize edelim, kararlı olalım, daha çok bilgi ve yardım desteği ile onlarla mücadele edelim.
Düşüncelerimizin içine bir köpekbalığı atalım ve yapabileceklerimizi görelim!