Sapanca INFO

Cengiz DAĞCI Romanlarında ‘Toprak ve İnsan’

En genç blog yazarımız Nisa ŞEN, Cengiz DAĞCI Romanlarında ‘Toprak ve İnsan’ adlı ilk yazısını Sapanca INFO ile paylaştı.



Cengiz DAĞCI öyle emsalsiz bir muharrirdir ki onu tanımlamak için kullanılan kelimeler yetersiz kalabilir. Eserleri okuyanların içine işler, tarihin bilinmeyen yönleri eserlerinde ustalıkla kaleme alınır bu özelliğine dayanarak söyleyebiliriz ki o tarihin maharetli bir kalemidir. Eserlerinde hayal gücünden ziyade kendi yaşamında karşılaştığı, tanıdığı kişiler yer alır. Her bir insan tasviri ve yer betimlemesi anılarında yer ediniyordur. Aslında her bir Cengiz DAĞCI eseri birer yaşanmışlıktır, gözyaşıdır ve de özlemdir. Kim bilebilirdi ki yine herkes güneşin kavurucu sıcağına yakalanmadan ata mirası olan toprağı kucaklamaya koşarken ve kıyıların serin rüzgârı insanların yorgunluklarını unutturmak ister gibi terli alınları okşarken bu anların bir gün son bulacağını. Cengiz DAĞCI daha küçük bir çocukken Kızıltaş’ın yıllardır süregelen hayatı günden güne değişiyordu. Cengiz DAĞCI bu yılları hatta genç bir delikanlı olduğu zamanlarda sevdalısı olduğu toprakları -Kızıltaş’ı- son kez olduğunu bilmemesine rağmen ziyaret edeceği zamanı ve daha sonraki zaman dilimlerini ilmek ilmek işlemiştir romanlarına.

Cengiz DAĞCI romanlarında üzerinde durulması gereken en önemli hususlardan birisi “toprak” tır. Cengiz DAĞCI’ya göre toprak yüzlerce senelerden beri atalarından kalan mirastır, insanların elleri, kalpleri ve umutlarıyla eğildiği, Kızıltaş’ın ise bütün hayatının sarıldığı şeydir. Kısacası toprak her şeydir ve yazarın eserlerinde baş tacıdır çünkü toprak insanın kimliğidir. Bir ömür adeta vatana, doğup büyülen toprağa özlem ile geçmiştir bu sebeple de Cengiz DAĞCI vatan özleminin simgesi hâline gelmiştir. Zulüm isim değiştirmiş ama sürekli devam etmiştir yazarımız ise yaşanan bu olayları tarih kitaplarında yazanlardan çok bambaşka boyutlarıyla bizlere taşımıştır. Şu an bir Cengiz DAĞCI romanını açıp okuyorsak ve bu en derinlerimize kadar bizleri etkiliyorsa bilmemiz gerekiyor ki bunlar sadece bu zamana kadar bilmediğimiz, o anlara bizzat şahit olan yazarımızın aktardığı yaşanmışlıkların gerçekçiliğindendir. Üzerinde duracağım bir diğer önemli husus ise “insan” dır. ‘Onlar da İnsandı’ adlı romanında bizler kendisinin insanlara ve insanlığa yaklaşımını Bekir’in köyüne gelen iki yabancı hakkında yazdığı şu satırlar vasıtasıyla anlayabiliriz “Yorgunlukları da toprağın işini yapmaktan gelmiyordu, çünkü toprak işinde yorulan insanın yüzünde ağır günün izleri, bu izlerin yanı sıra yarının umutları, çizgi çizgi ve mutlaka görünürdü. Bu insanların yüzlerinde ise umut yoktu. Ama ne sebepten bu hâle düşmüş olurlarsa olsunlar, yine de insandılar ve insanı insanlıkla karşılamak gerekirdi.” buradan bariz olarak çıkarabileceğimiz yazarımızın ruhundaki hoşgörü ve merhamettir.

Cengiz DAĞCI’ya göre insan bir köylü de olsa insandır, bir asker olsa da insandır yazarımız bununla da kalmaz yine ‘Onlar da insandı’ romanında kendilerine zulmedenler karşısında Esma karakterine şöyle dua ettirir ve kendisi de aynı duayı ederek romanını bitirir: “Tanrım! diyorum. Onlar da insan! Acı onlara! Kendileri gibi, başkalarının da insan olduklarını inandır onları!”.

Bu alıntıdan yola çıkarak Cengiz DAĞCI eserlerindeki insan tezatlıklarına değinmek istiyorum. Romanlarda kişiler arasındaki tezatlık bazen boğazımızı düğümleme derecesine gelecek kadar duygulu bir anlatımla aktarılmıştır. Bu duygulu anlatım gerek çaresiz insanların ağzından çıkan duygudan arındırılmış ifadelerle gerekse nasıl böyle olabilirin cevabı niteliğindeki ruh hâlleriyle birçok okuyucuyu etkilediği gibi beni de fazlasıyla etkilemiştir.

Onun eserleri insanı derin düşüncelere sevk etmekle kalmamış aynı zamanda yoğun bir empati duygusu da yöneltmiştir. Romanlarındaki karakterlerin korkuları, endişeleri ve özlemleri içine işler insanın. ‘Biz Beraber Geçtik Bu Yolu’ adlı romanında Sadık adlı karakterle açlık hissini iliklerimize kadar hissederiz ve karakterimizin açlığını derinden anlattığı şu cümleler içimdeki insani duyguları bir kez daha harekete geçirmiştir.

“Açlık bütün vücuduma, iliklerime siniyor, beynime kadar yükseliyor. Gözlerimin önüne ekmek, bir dilim köy ekmeği geliyor ve saatlerce gitmiyor. Bazen avuçlarımın içinde ekmek görür gibi oluyor, ellerimi ağzıma götürüp ısırmak istiyorum.”

Yazarımız yıllar önce yaşanan olayların daha önce hiçbir eserde değinilmeyen yönlerini, gördüğü, tanıdığı insanların ruh hâllerini ve düşünüş biçimlerini, şartların tüm ağırlığını ve de hayatta kalma mücadelelerini adeta zamanı durdurarak günümüze kadar taşımıştır. Evet biz bugün yıllar önce yaşanmış olan bu olayların yansıtıldığı eserleri okuyup her birinde tekrar tekrar dolan gözlerimizi akıtmamak için uğraşıyorsak bunun sebebi son röportajında defalarca” Ben böylesi bir ilgiyi hak ettim mi?” sorusunu soran ehemmiyetli yazarımızın zamanı aşan dil ve üslubunun zamanı durdururmuşçasına anlatışı onun eserlerinin ölümsüzlüğünü ilan eder ve bu sorusuna evet cevabını vermemizi sağlar.

3 Yorum

Ayşe 15 Haziran 2023 at 17:46

Hep yazman ve yazmayı bırakmaman dileğiyle. ÇOK başarılı bir anlatım tarzı

Cevapla
Esma Eylül 15 Haziran 2023 at 18:14

Gerçekten ince düşünmüş ve duygularını cümlelerine yansıtan bir eleştirmenin elinden çıkmış başarılı bir yazı.

Cevapla
Gökmenalp 18 Haziran 2023 at 19:30

Tek kelimeyle harika bir yazı olmuş. Konu büyük bir ustalıkla çok güzel anlatılmış. Başarılarının devamını dilerim. Diğer yazılarını da görmeyi bekliyoruz.

Cevapla

Yorum Yap

İçimdeki BEN, Dışımdaki SEN ve SAPANCA ...