Bahadır OZAN, halen Gölcük Devlet Hastanesinde Kardiyoloji Uzmanı olarak görev yapan Sapancalı Dr. Aykut TANTAN hakkında ki yazısını Sapanca INFO okurları için paylaştı.
Futbol, zaman zaman hayatın ta kendisi; zaman zaman da sıkıştırılmış bir hali olduğu için, onunla fena halde bir benzerlik gösterir. Bu benzerlikten ötürüdür ki; yazarından düşünürüne, devlet başkanından, en sade insanına kadar futbolla ilgisi olan olmayan pek çok kişi, futbolla ilgili önemli sözler söylemiştir.
Bunlardan bir tanesi vardır ki; ünlü yazar Albert Camus‘a aittir ve benim için büyük değer arz der. O bir kalecidir ve der ki; “Ahlak ve insani yükümlülükler hakkında güvenebileceğim ne biliyorsam onu futbola borçluyum. Ve ahlaka dair ne öğrendiysem futboldan öğrendim. Çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi.”
Futbolla ilgili söylenmiş güzel bir söz deyince ben, ilk önce Albert Camus’un bu sözünü hatırlarım. Bu sözü hatırlayınca da aklıma hemen Sevgili Aykut Tantan geliverir. Çünkü o, Kemalettin Sami Paşa’nın eğri būğrü basket potalarından kale yaparken de, Ahmet Şimşek Fen Lisesi koridorlarında saman kağıttan yapılmış toplarla sınıf arkadaşlarıyla tek vuruş oynarken de; ve hatta Hacettepe Tıpın acil koridorlarında geleceğini inşa etmeye çalışırken de; futboldan bir an olsun kopmaz. Tahsil ve meslek hayatında kazandığı tüm başarılar da, futbolun direkt ya da endirekt bir etkisi olduğundan söz eder Aykut, her zaman.
Futbol onun için spora dair bir şey olmaktan ziyade hayata dair bir şeydir çünkü. Onu ilk tanıdığım zamanlar Sapanca’nın kocaman bir evin arka bahçesi gibi olduğu zamanlardı ve bizler de o bahçeyi dolduran sokak çocuklarıydık. Hepimizin herkesleşmediği o günlerde, sokaklarda birbirini tanımayan hiçbir çocuk yok gibiydi.
Güldibinde ki Aslanlar sahası, sahildeki Askeriye, Vakif Otele inen alt geçidin yanındaki Alaçam Sahası ve Polis Lojmanlarının önündeki boş arsa da düzenlenen turnuvalar, mahalle arkadaşlıklarımızın bir ömre yayılan dostluklara dönüştükleri ilk buluşma noktalarından sadece bir kaçıydı.
Sanıyorum senelerden 1990 ya da 1991 olmalı. Aykut’u ilk olarak Polis Lojmanlarında düzenlenen turnuvada görmüştüm. Hepimiz aynı yaşta ve birbirimize yakın boylarda olmamıza rağmen aramızda en yükseğe sıçrayanın o olması dikkatimi çekmişti.
Bu özelliği kazanmasında etkili olan şeyin, babası Yaşar Amca’nın evin bahçesine ipler gererek, ona hava topuna çıkma antrenmanları yaptırdığını bilme şansımız yoktu haliyle o zamanlar. Yaşar amcanın bahçeye gerdiği o ipler bir spor aleti olmanın ötesinde, bir babanın oğluna “Bu hayatta neyle uğraşırsan uğraş onu en iyi yapan kişi olmak için çok çalış evladım” dediği bir nasihatin başka ifadesiydi adeta.
Tahsil hayatı boyunca onu bu konuda hiç kısıtlamadı. Hatta onu Kırkpınarsporun alt yapısına kendi elleriyle yazdırdı. O yıllar amcası Engin Abi’nin, yeşil sahalarda fırtına gibi estiği yıllardı. Yeğenine hediye olarak verdiği futbol topları, içindeki futbol ateşini harlayan bir etki yapıyordu. Topun sahibi olanın oyunun kuralları belirlediği yazılı olmayan o kanun, onun için hiç bir zaman geçerli olmadı. Çünkü o, sahip olunan bir değerin bölüşüldükçe arttığını öğreneli çok olmuştu.
Şimdilerde polikliniği önündeki hınca hınca kalabalığı oraya çeken şey de; sahip olduğu hekimlik bilgisi ve iç görüsünü bölüşürken gösterdiği tevazudan kaynaklanıyordu.
Çocukken futbol topunu mahalledeki herkesle paylaşan Aykut, şimdi de dertliye deva, hastaya şifa dağıtıyordu. Bu haslet ona, o mahallerde peşinde koştuğu meşin yuvarlağın bir hatırasıydı. Çalıştığı hastanelerin panolarında ona edilen teşekkürleri ve “Allah senden razı olsun evladım” yazılarını sığdıracak yer kalmamasının nedeni de buydu işte.
Aykut o dönem Mohaçlarla (Yılmaz), Yıldırımlarla (Yılmaz) ve Mehmet’lerle (Uçar) Kırkpınar köy içindeki sahada dizlerini çürütürken; eve gelince dersleri için dirsek çürüttü her gün.
Futbolun ona verdiği hayata dair ilk ders “her ne olursa olsun mücadeleden vazgeçme” oldu. Ve hemen ardından hayatın ona verdiği ilk büyük armağan geldi. İstanbul’da Fen Lisesi’ni kazanmıştı. Böylelikle Sapanca’dan çıkıp geri dönmesi için geçecek olan 15 yılın ilkine adım atmış oluyordu. Lakin hiçbir zaman ne çok sevdiği Sapanca’sından ayrı kaldı; ne de bulunduğu konum neresi olursa olsun Sapancalılığından bir şey kaybetti.
Zaman su gibi akıp geçerken o, futbol ile okul aynı anda gitmez diyenleri haksız çıkarmaya devam ediyordu. Bu defa Ahmet Şimşek Fen Lisesi’nde okuyor, Kartalspor’da futbol oynuyordu. Derslerdi, sınavlardı; antremanlardı, maçlardı derken lise bitti ve üniversite sınavı geldi çattı. Sınava girdiği ilk yıl Hacettepe Tıp’ı kazandı. Öyle başarılı bir tıp öğrencisi ve öyle sıkı bir Beşiktaşlıydı ki; eğer futbolu hayatında biraz daha önceliklendirmiş olsa; hem üniversite mezunu hem Beşiktaşlı bir futbolcu denince ilk akla gelen isim Metin Tekin değil; onun ismi olurdu.
Futbolu meslek olarak seçenler gün gelir futbolu bırakır belki ama ona aşık olanlar ondan asla vazgeçemezler. Aynı Aykut gibi. Sonuç olarak o da Albert Camus’ la aynı kafadaydı. Camus ahlaka dair ne öğrendiyse futboldan öğrenmiş, o da bu hayatta ne başarı elde etmişse bunda futboldan izler vardı.