Aşure haftasının gelmesi ve aşure tariflerinin araştırıldığı günlerde aşurenin tarihçesine, anlamına ve çıkış noktasına değinelim, hasbihal edelim.
Toplumsal bellekte yer eden bazı önemli günler ve bugünlere atfedilen uhrevî, siyasî ve sosyal sebepler bulunmaktadır. Aşure kavramı da birçok topluma mâl edilip çeşitli vesilelerle yâd edilen günlerden biri olarak toplumlar nezdindeki önemini korumaktadır. Başlangıçta peygamberler etrafında şekillenen çeşitli kutsal olayların gerçekleştiği gün olarak kabul edilen aşure günü, Kerbelâ hadisesinden sonra tarihsel olarak başka bir mecraya evrilmiş ve bir ritüel drama dönüşmüştür. Dolayısıyla bugün, İslam toplumunda hüznün ve matemin sembolü olarak yer edinmiş ve İslamî kaynaklara bu düzlemde geçmiştir. Bu olaydan sonra siyasî bir anlam kazanan ve özellikle Şiî Müslümanların dünyasında yas tutmanın bir sembolü haline gelen aşure günü, zamanla Sünnî İslam dünyasında da aynı etkiyi yaratmış; Hz. Hüseyin ve yakınlarının Kerbelâ’da şehit edilmesi etrafında şekillenen bir anmaya dönüşmüştür. Böylece İslamiyeti benimseyen toplulukların dinî, siyasî, sosyal ve kültürel dünyalarının şekillenmesinde Kerbelâ olayının da etkisi olmuştur.
Aşure Sözcüğünün Kökeni
Aşure sözcüğünün kökeni ile ilgili olarak farklı görüşler öne sürülmüş olsa da kaynaklarda iki temel görüş üzerinde durulmuştur. Buna göre aşure, ya on sayısıyla ilişkilendirilmiş ya da bu sözcüğün, develerin güdülmesiyle ilgili olan ışr kökünden türeyen Arapça kökenli bir sözcük olduğu belirtilmiştir. Ancak, muharrem ayının onuncu günü meydana gelen kutsal hadiseleri hatırlatması sebebiyle, ilk anlamını daha belirgin bir halde yaşatmıştır.
Aşure gününün ortaya çıkış
Aşure gününün ortaya çıkışı ile ilgili olarak ise kaynaklarda iki görüş öne çıkmaktadır. İlk görüşe göre Firavun’un zulmünden kurtulan Hz. Musa ve kavmi, bunun karşılığında kefaret orucu ödemekle mükellef sayılmıştır. Dolayısıyla Yahudiler, yedinci ayları olan Tişrin’in onuncu gününe rastlayan aşureyi bayram kabul ederek birtakım merasimler yapmış ve bir yıllık günahlarından temizlenmek maksadıyla 25 saate varan bir oruç tutmuşlardır. Ayrıca bugün Yahudiler için yeni yıldan sonraki onuncu gün olarak adlandırılmıştır. On sayısı, Yahudilerce çok önemli bir sayı olarak kabul edildiği için birçok kutsal günün onuncu günde gerçekleştiğine inanılmış; bu durum aşure günü için de önemini korumuştur. Bu geleneğin Yahudilere özgü olduğunu iddia eden Arent Jan Wensick aşure sözcüğünün İbranice âsûr’dan geldiğini, Tevrât’ta da bu kelimenin kefaret için kullanıldığını belirtmiş; aşure gününün İslam toplumuna, Yahudi kültürü kanalıyla geçtiğini ifade etmiştir. Aynı şekilde Suliman Bashear bugünün ilk olarak Yahudiler tarafından uygulandığını açıkça gösteren çok sayıda geleneksel ifadenin olduğunu savunmuş; İslam literatüründe Yahudiler ve Müslümanlarca eşzamanlı olarak oruç tutulan bir gün olduğu görüşüne katılmamıştır.
İkinci görüşe göre ise aşure, Nuh Tufanı’ndan artakalan ürünlerin pişirilmesi sonucu yapılan tatlı ve tufandan kurtuluş vesilesiyle Allah’a şükretmek maksadıyla anılan kutsal gün anlamına gelir. Hz. İbrahim’den sonra düzenli olarak oruç tutulan bir gün haline gelen aşure, özellikle Sâmî dinlerde karşılık bulmuş; İslam öncesi Arap kabileleri arasında da ramazan orucu farz kılınıncaya kadar devam etmiştir. Hz. Ayşe ve Abdullah b. Ömer’den aktarılan rivayetlere göre Kureyş kabilesinin İslam öncesinde tuttuğu aşure orucunu Hz. Muhammet Medine’ye hicret edince devam ettirmiş, ramazan orucu farz kılınınca da aşure orucunu tutup tutmama iradesini kavminin ihtiyarına bırakmıştır.
Eyüp Baş’ın tespitine göre, aşure gününün Müslümanlarca kutsal bir gün olarak kabul edilişinin tarihi kökeninde dinî bir etkenden ziyade, Hz. Muhammed’in hicret sonrası Medine’de takip ettiği siyasetin etkisi olmuştur. Ayrıca Hz. Muhammed’in ashabını bu hususta serbest bırakması, İslamın ortaya koyduğu temel inanç ve ibadet olgusuna ters düşmediği için makbul sayılmıştır. Bu sebeple İslamî kaynaklarda, ramazan orucunun farz kılınmasını müteakiben aşure orucunun da tavsiye edilmesi hususunda mutabakata varıldığı belirtilmektedir. Ancak İslam âlimleri bu orucun sadece onuncu günde tutulmasını hoş karşılamayıp dokuzuncu ve onbirinci günde de aşure orucunun tutulmasını salık vermişlerdir. İslam âlimlerinin bugünleri de aşure ritüellerine dahil etme sebebi, Yahudi inancındaki işleyişe muhalefet etmek maksadıyladır.
Aşure Geleneğinin Tarihsel/Mitolojik Arka Planı
Aşure gününe atfedilen kutsiyet, İslam öncesi dönemlere kadar gitmekte ve kaynaklarda bu konuyla ilgili çok fazla rivayet yer almaktadır. Sümerlerde bugünü andıran kutsal bir gün olduğu bilinmekte; Hristiyanların, Yahudilerin ve Müslümanların zaman zaman bir arada yaşamalarının kültürel anlamda birbirini etkilediği ve ritüellerin ortak yaşamın bir sonucu olarak birbirine benzediği görülmektedir. Örneğin Hristiyan kültüründe aşure, Hz. İsa’nın vaftiz yortusu ve Paskalya öncesi oruç sırasında belirli ritüeller şeklinde işlenmiş; yılbaşından artakalan bakliyatın pişirilmesiyle elde edilen bir tatlı çeşidine ad olmuştur. Ayrıca Yahudilerin en kutsal günü olan Yom Kipur Katan, kişinin işlediği günahlardan dolayı duyduğu pişmanlığı içselleştirmek ve Tanrı önüne çıkarak affedilmeyi beklemek maksadıyla oruç tuttuğu bir gün haline gelmiştir. Bununla birlikte, Mısır’da bakliyat ve şekerlemelerin karışımından oluşan bir tatlının yapılmış olması ve Yunan mitolojisinin önemli tanrılarından Dionisos için düzenlenen törenlerde benzer bir tatlının hazırlanması, bugünün birçok toplum için önem arz ettiğini göstermektedir. Dolayısıyla, Sümer mitolojisinden geldiğine inanılan aşure gününde, böyle bir günün kutlandığına dair izlerin olduğu; bugünün zamanla Semâvî dinlere etki ettiği ve takvimlerin farklılığından dolayı da kesişen günlerin ortaklığıyla, benzer uygulamaların ortaya çıktığı görülmektedir:
“Muharrem ve aşurenin yeri oynak olan ay takviminden, durağan güneş takvimine çevrildiğinde, bu ritüellerin bu bölgelerin eski toplumlarındaki belirli ritüellerin zamanına uyduğu, ayrıca işlevleri, birtakım öğeleri simgesel anlamları bakımından da İslam dışı ve öncesi uygulamaların İslam’da uzantısından başka bir şey olmadığı ortaya çıkar.”
Binlerce yıl öncesinden bu zamana değin, dünya tarihinden gelip geçen birçok kültürün kutsal günlerinden biri olarak değerlendirdiği aşure gününün temellendirilmesinde dinî sâiklerin büyük rolü olmuştur. Özellikle peygamberler etrafında teşekkül eden bazı durum ve olaylar, bugüne kutsiyet atfedilmesinde önemli bir etki yaratmıştır. Örneğin Hz. Âdem’in tövbesinin kabulü, Hz. Musa ve İsrailoğulları’nın Firavun’un zulmünden kurtulmaları, Hz. Nuh’un gemisinin bugün Cudi dağının tepesine oturmasıyla inananların kurtuldukları için şükür orucu tutmaları, aşure günü gerçekleştiğine inanılan hadiselerdir. Bahsi geçen bu üç olay genelde İslam tarihi kaynaklarında yer almaktadır. Ancak söz konusu olayların Kurân-ı Kerîm’de gerçekleştiği ifade edilmekle birlikte, aynı günde gerçekleştiğine dair bir bilgi mevcut değildir.
Bunun dışında, aşure günü gerçekleştiğine inanılan ancak -bazı tarih, hadis ve fıkıh kitapları dışında- kutsal kitaplarda herhangi bir malumât barındırmayan kutsal hadiseler de mevcuttur. Buna göre; Hz. Süleyman’a mülkün verilmesi, Hz. Yunus’un balığın karnından kurtulması, Hz. Eyyub’un dertlerine şifa bulunması, Hz. Yakub’un gözlerinin açılması ve oğluna kavuşması, Hz. Yusuf ‘un kuyudan çıkarılması, Hz. İbrahim’in Nemrut’un ateşinden kurtulması gibi inanışlar, ay takvimine göre muharremin onuncu günü gerçekleştiğine inanılan hadiselerdir. Ancak İslam toplulukları arasında kabul gören bu hadiselerin ilmî dayanakları ve gerçeklikleri şüphelidir. Buna rağmen Müslüman toplumların söz konusu olayları aşure günüyle ilişkilendirmeleri ve bunlara kutsiyet atfetmeleri, o dönem zihniyetinin önemli göstergelerinden olmakla birlikte, günümüzde de geçerliğini korumaktadır.
Abdülbaki Gölpınarlı aşure günü gerçekleştiğine inanılan bu olayların Emevîlerin bilinçli politikalarıyla şekillendiğini ve halk nazarında bu görünümüyle itibar kazandığını ifade etmiştir. Böylece Emevîlerin Kerbelâ hadisesini unutturmak için o günü bir bayram havası şeklinde kutlama amacı güttüğünü ve bu yolla İslam toplumunu, geçmişte yaşanan üzücü hadisenin özünden uzaklaştırmaya çalıştığını belirtmiştir. Dolayısıyla bu tarihe kadar farklı kudsî olaylarla özdeşleştirilen aşure günü, 10 muharrem 61/10 Ekim 680 tarihinde, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesinden sonra düşünsel, toplumsal ve siyasal anlamda farklı bir mecraya evrilmiştir. Bu tarihten itibaren aşure gününe atfedilen mana tümüyle değişmiş; özellikle Şiî toplumu için bu tarih acıyı, öfkeyi ve matemi yansıtmıştır. Bu olaydan sonra Şiîler için intikam düşüncesinin tazelendiği bir gün haline gelen aşure, Emevîler’in iktidarı döneminde pratiğe dönüşememiştir. Çünkü Emevîler Kerbelâ olayını unutturmak için bugünü bayram havası şeklinde kutlamışlar ve aşure günü etkinlikleri düzenlemişlerdir. Emevîler bugünde halka güzel kıyafetler giyme, ziyafet verme, helva dağıtma… telkinlerinde bulunmuş; bu ritüeller Emevîlerin tarih sahnesinden çıkmasından sonra da halk arasında uygulanmaya devam etmiştir. Emevîler döneminde aşureyi matem günü olarak anmak isteyenlere karşı güdülen baskıcı politika Abbasîler devrinde esnemiş ve bu zamandan sonra Kerbelâ anması, İslam toplumlarının hayatına aşamalı bir şekilde geçmiştir.
Abbasîler’den sonra tarih sahnesine çıkan Şiî Büveyhîler zamanında ise, aşure matemi kurumsal bir yapıya kavuşmuş ve Kerbelâ hadisesi, görkemli törenlerle anılmaya başlanmıştır. Büveyhî emiri Muizzü’d-Devle (ö. 967) 352/963 yılının onuncu muharrem gününde bu törenlerin yapılması için azami bir çaba göstermiştir. Bağdat’ta muharrem ayının onuncu günü Hz. Hüseyin ve yakınlarının şehit edilişi sebebiyle uygulanan dramatik ritüeller, onun devrinde sosyal hayatta karşılık bulmuştur. Dolayısıyla Büveyhîler Emevîler’in tavrına tepki olarak bugünün sosyal hayatın içerisinde yer alması ve halk tarafından içselleştirilmesi için büyük çaba harcamıştır. Büveyhîler’den sonra Şiî Fatımîler bu geleneği devam ettirmiş, Eyyubîler zamanında ise aşure anması Emevî zihniyetine dönüşmüş ve bir sevinç günü olarak kutlanmaya başlanmıştır. Aşure gününün en geniş kapsamıyla matem günü olarak anılması ve süreklilik arz etmesi ise, Safevî hükümdarı Şah İsmail’in güttüğü politika neticesinde ortaya çıkmıştır. Günümüzdeki uygulamaları da bu politikanın bir sonucudur.
Bütün bu bilgilerden hareketle, Sümer’de doğduğu, Yahudi geleneği ile şekillendiği ve İslam öncesi Arap toplumunda belli bir ritüel halinde devam ettiği ileri sürülen aşure günü, ramazan orucunun farz kılınmasıyla beraber İslam toplumu tarafından ikinci plana atılmış; Hz. Hüseyin’in şehit edilmesiyle de Şiî Müslümanlar tarafından bir matem günü haline dönüştürülmüştür. O tarihten bu zamana değin faaliyet gösteren İslam devletleri, mensubu olduğu mezhep sebebiyle ya bugünü içselleştirip matem havasına bürümüş, ya da daha yüzeysel bir şekilde algılayıp birtakım merasimlerle yâd etmiştir.
Aşure Geleneğinin Osmanlı Kültür Hayatına Yansımaları
Müslüman Türklerin ritüellerinde önemli bir yeri olan aşure geleneği süreç içinde, toplumsal argümanların zinde tutulduğu ve bu yolla kolektif bilincin güçlendiği araçlardan biri haline gelmiştir. Özellikle altı yüz yıl boyunca hakimiyet kurduğu coğrafyalarda etkisini hissettiren Osmanlı devleti, buna benzer dinî ve toplumsal değerlerin yaşatılmasında İslamiyeti benimsemiş olan toplulukların öncüsü olmuştur. Osmanlı döneminde sefer ve muharrem aşuresi olmak üzere iki çeşit aşure pişirilmiştir. Muharrem aşuresi, Kerbelâ olayını anmak, sefer aşuresi ise Hz. Zeynelabidin’in Kerbelâ’dan sağ kurtulmasını ve Hz. Muhammet soyunun devam etmesini kutlamak amacıyladır. Dolayısıyla aşure geleneklerinden birisi hüznü, diğeri ise sevinci temsil etmektedir.
Osmanlı dönemindeki aşure ritüelleri saray merkezli olmuş ve bugün, saray himayesinde halkın iştirak ettiği bir geleneğe dönüşmüştür. Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılan Topkapı Sarayı, aşure geleneğinin yaşatılmasında en önemli mekânlardan biri haline gelmiştir. Bu amaçla muharrem ayının onuncu gününde Topkapı Sarayı mutfaklarında pişirilecek aşure için malzeme ve personel temini sağlanmış, kilâr-ı hâs’tan gerekli malzeme temin edildikten sonra birkaç gün önceden hazırlıklara başlanıp helvacıbaşılar nezaretinde saray aşuresi pişirilmiştir. Saray aşçıları ve kiler ağaları tarafından hazırlanan aşure, aşure testisi denilen özel kaplara konularak birkaç gün süreyle halka dağıtılmıştır.
Aristokrat sınıf tarafından da önem verilen bugünde, sarayın aşure ritüellerine benzer bir pratik gelişmiş; konaklarda hazırlanan aşureler belli görevliler aracılığıyla halka dağıtımı yapılmak üzere yola çıkmıştır. Saray bünyesinde şekillenen ve Osmanlı konaklarında benzer şekilde düzenlenen aşure günü, Osmanlı döneminde faaliyet gösteren tekkeler için de çok önemsenmiş; özellikle Hz. Hüseyin’i anmak amacıyla dua/mersiye okuma ve matem gününü hatırlama vesilesiyle bugün yâd edilmiştir.
Osmanlı’da ki sosyal ve kültürel hayatın şekillenmesinde önemli rol oynayan tekkelerde birçok ritüel, tasavvufî mahiyette ele alınıp onlara özel anlamlar yüklenmiştir. Aşure geleneği de bu perspektif temelinde, tasavvufî manalarla şekillenmiştir. Bu bağlamda en önemli görevi Bektaşîler üstlenmekle birlikte diğer tarikatlarda da bugünü anmaya yönelikler pratikler gelişmiştir.
Saray, konak ve tekke çevresinde aşure geleneğine dair işletilen pratikler sosyal hayatta da kabul görmüş ve bu ritüeller ışığında halk tarafından birtakım inançlar geliştirilmiştir. Osmanlı dünyasında birçok ritüel etrafında gerçekleştirilen aşure geleneği, Şiî İslam topraklarında bütünüyle bir matem havası şeklinde algılanmış; böylece Sünnî ve Şiî toplulukların zihninde yer edinen aşure kavramı, mezhepsel aidiyete göre şekillenmiştir. Özellikle Safevîlerin iktidarı döneminde Şiîlerin en önemli dinî ritüeli aşure iken savaş halinde oldukları Sünnî Osmanlı coğrafyasında aşurenin daha az önemsendiği kaynaklar tarafından aktarılmaktadır. XVIII. yüzyıl sosyal hayatının en önemli eserlerinden biri olan Seyahatnâme’de Evliya Çelebi İran ve Azerbaycan coğrafyalarını gezerken aşure günü izlenimlerini eserinde aktarmıştır.
Sonuç
Abbasîler döneminde Yunan kaynaklarının Arapçaya çevrilmesi ve Hint kültürünün İran kaynaklarını beslemesi, Doğu şiirinin Yunan, Hint, Arap, Fars ve Türk kültürlerinin ortak etkisiyle şekillenmesine ve bu kültürel çeşitliliğin Osmanlı edebiyatının bütün unsurlarına yansımasına vesile olmuştur. Osmanlı devletinin hüküm sürdüğü topraklarda yaşamış olan kadîm halkların da bıraktığı kültürel mirasla birlikte, edebî metinlerde çok kültürlü ve çok katmanlı bir görünüm ortaya çıkmıştır. Bunda Osmanlı devletinde güdülen siyasetinde etkisi olmuştur. Çünkü çeşitli coğrafyalarda altı yüzyıl boyunca egemenlik kurmuş olan Osmanlı devleti, bünyesinde barındırdığı farklı etnik ve dinî grupları Türkleştirme ya da Müslümanlaştırma gibi sistemli bir çaba içerisine girmemiş; topluluklar imparatorluk çatısı altında kendi kimlikleriyle var olmuşlardır. Bu çeşitlilik, imparatorluğun resmî kurumlarından sosyal hayat unsurlarına kadar etkisini hissettirmiş ve devlet yönetimi İslam’ın şer’î hükümlerine dayanmasına rağmen diğer topluluklar da kültürel unsurlarını yaşatmıştır. Dolayısıyla Osmanlı devletinin toplumsal, siyasî ve kültürel hayatı heterojen bir seyirde ilerlemiştir. Bu durum aşure kavramının algılanış biçiminde de benzer sonuçlar doğurmuştur.
Sümerlerde ortaya çıktığı düşünülen, Yahudilere günahlarından kurtulmayı salık veren, İslam öncesi Arap yarımadasında Yahudiliğin etkisiyle şekillenen ve Kerbelâ hadisesiyle siyasî bir görünüm kazanıp özellikle Şiîlerin yaşadığı coğrafyalarda matemin sembolü olarak algılanan aşure günü, asırlar boyunca Osmanlı kültür dünyasında da güncelliğini korumuştur. İncelenen metinlerde, aşurenin Osmanlı sosyal hayatında önemli bir yer edindiği; saray, tekke ve aristokrat sınıf öncülüğünde bu geleneğin istikrarlı bir şekilde uygulandığı görülmektedir.
Böylelikle aşure geleneği, dayandığı farklı temellere rağmen toplumun her kesimi tarafından Hz. Muhammet ve ehl-i beyt sevgisiyle şekillenen bir görünüm sergilemiştir. Bu yönüyle de toplumsal bilince kavuşma noktasında önemli argümanlardan biri olmuştur. Toplumsal hayattaki bu etki o dönem nazmına da intikal etmiş ve şairler aşure kavramına nispet edilen İslam öncesi ve İslam sonrası uygulamaları şiirlerinde işlemişlerdir. Aşure kavramının kullanıldığı şiirlerde, Kerbelâ hadisesinin temel alındığı ve şairlerin bu olaydan ilham alarak edebî ürünlerinin çerçevesini oluşturdukları görülmektedir. Bununla birlikte Hz. Adem’in cennetten kovulduktan sonra Allah’a tövbe etmesi, şairler için kainatın kurtuluşu olarak algılanmış ve şairler bugünü affedilmeyi umdukları bir gün olarak nitelemişlerdir. Ayrıca Yahudi inancında yer edinen Yom Kipur Katan adlı kutsal gün ve Nuh Tufanı’na isnat edilen şükran günü de şairlerin ele aldıkları diğer konulardır.
Kaynak
DergiPark