Sapanca INFO

Ana Yurdu

Fatma Fidan BALTA, anne kız ilişkileri ile yaşadığımız toplumun yapısı arasındaki bağlantıları inceleyen ve tartışan “Ana Yurdu” filmi hakkında ki değerlendirmelerini Sapanca INFO okurları için paylaştı.



2015 yılında vizyona giren Ana Yurdu filmi; Senem Tüzen’in ilk uzun metraj filmidir. Senem Tüzen’in kendi yaşamından izler taşıyan bu film, aslında anne-oğul arasındaki ilişkinin ele alınacağı bir komedi filmi olarak planlanmıştır. Fakat sonrasında yönetmenin anne-kız ilişkisi konusundaki merakı ve ilgisinden dolayı filmin türü ve konusu değişiklik göstermiştir.

Film genel olarak, kitabını bitirmek için anneannesinin evinin bulunduğu köye giden Nesrin’in, annesi Halise de köye geldikten sonra hem kitabını bitirmekte hem de birey olmakta zorlanmasını konu alıyor.

Filmin ilk sahnesinde işçi kadınları taşıyan bir kamyonun arka ışıklarının kadınların üzerine doğru, adeta onları gözetleyen iki göz gibi, süzüldüğünü görüyoruz. Gözetleme durumu film boyunca sürekli devam etmektedir. Fakat bu sefer gözetleyenlerden biri de biziz. Filmde kullanılan çekim tekniğinden dolayı, kameranın konumu neredeyse her sahnede oyunculardan uzak konumdadır. Kameranın bu uzaklığından dolayı seyircinin de adeta köyün halkından olan ve Nesrin’i gözetleyen bir role sokulduğunu söyleyebiliriz. Filme hakim olan bu bakış açısı, ‘panoptik bakış’ olarak adlandırılmaktadır. Bu bakış açısı ‘Panoptikon’ adı verilen bir hapishane modelinden esinlenilmiştir. Panoptikon hapishane modeli, İngiliz filozof Jeremy Bentham tarafından 1785 yılında tasarlanmış fakat uygulanmamıştır. Bu modelin temel ilkesi; hücrelerdeki suçlulara saklanacak hiçbir yer bırakmamakla birlikte suçluları gözetleyen kişilerin de görünmemesini içermektedir. Bentham’a göre, gözlemlenen her yanlış davranışının ceza getireceğini bilen ama davranışlarının aslında ne zaman gözlemlendiğini bilmeyen suçlunun, her zaman izleniyormuş gibi davranması söz konusudur. Filmdeki sahnelerden de Nesrin’in sürekli gözetlendiği sonucuna varılması mümkündür.

Filmde Nesrin’in köy yaşamına adapte olmasıyla ilgili bir sorundan bahsedilmemektedir. Çünkü aslında Nesrin köye geldiği andan itibaren köy yaşamına uyum sağlamış, giysilerine, sokaktaki hareketlerine ve köy halkıyla iletişimine dikkat etmiştir. Bununla birlikte Nesrin, annesi Halise köye gelene kadar köy içerisinde birey olarak var olabilmişti. Fakat annesi geldikten sonra bu varlığını kaybederek çatışmalar yaşamaya başladığı görmekteyiz. Yönetmen bu çatışmaları şu şekilde özetlemektedir; “Annesi gelene kadar Nesrin’di. Annesi geldikten sonra Halise’nin kızı oldu.” Aslında bizler de filmde Nesrin’in kültür çatışmasından ziyade birey olma çatışmasını izlemekteyiz.

Nesrin’in engelleme amaçlı ısrarlarına rağmen Halise’nin köye gelişinden sonra, Nesrin hem kitabını yazmakta zorlanıyor hem de annesiyle arasındaki çatışma daha fazla büyüyor. Anne-kız arasındaki bu çatışmaların başlangıcı filmin ilk dakikalarında Nesrin ve Halise arasındaki telefon konuşmasının olduğu sahnede görülüyor. Bu sahnede Nesrin annesine “Sen burada ayağını bir yerden bir yere oynatsan benim dikkatim dağılır.” diyor fakat annesi onun söylemlerini dikkate almayıp 1-2 gün içerisinde köye geliyor. Nesrin, annesinin köye geleceğini bilmesine rağmen anahtarı bırakmıyor ve annesi dışarıda bir süre beklemek zorunda kalıyor. Bu sahnelerde de Nesrin’in annesini eve alma konusundaki direncini ve yalnız kalmak isteğini pasif agresif bir şekilde yansıttığını söylemek mümkün olabilir. Filmde anne-kız arasındaki pasif agresif davranışlarla birlikte hakim olan bir diğer kavram ise ‘fedakarlık’. Hem Nesrin hem de Halise birbirleri için birçok fedakarlıklarda bulunduklarından bahsediyorlar. Örneğin Halise “Nesrin’i yalnız bırakmamak için geldim.” , “Ben sizin için yaşadım.” ve “ Ben senin için milletin ağız kokusunu çektim.” şeklindeki söylemlerle fedakarlıklarını dile getirirken Nesrin, “Annem üzülmesin, benim annem çok hassastır sinirleri bozulmasın diye ben günlerdir seni idare ediyorum.” cümlesi annesi için fedakarlıklar yaptığından bahsetmektedir. Anne ve kızın birbirleri için yaptıklarını söyledikleri bu fedakarlıkların, aslında kendi vicdanlarını rahatlatmak amacıyla da yapılmış olması mümkündür.

Henüz yas sürecinden tam anlamıyla sağlıklı bir şekilde çıkamamış Halise’nin annesinin ölümüne karşı derin üzüntü ve suçluluk hissettiğini de film içerisinde görmekteyiz. Aslında burada bahsedilmesi gereken karakterlerden biri de Nesrin’in anneannesidir. Çünkü Nesrin’in anneannesini film içerisinde hiçbir rolü olmamasına rağmen ‘otorite’ konumu filmdeki çeşitli sahnelerde oldukça önemli bir yer almaktadır. Örnek olarak; Nesrin’in dışarıya çıkarken anneannesinin yazmasını örtmesi ve Halise’nin Nesrin’in örttüğü bu yazmanın annesinin üzerinde olduğu fotoğrafını sanki odanın tamamını gözetlermişçesine duvarın en yukarısına asması gibi sahneler verilebilir. Özellikle Halise’nin Nesrin’e “ Bak fotoğrafta senin taktığın eşarbı örtmüş.” cümlesi bana ‘nereye gidersen git otorite(anneanne) seninle birlikte’ algısını çağrıştırmıştı. Diğer taraftan filmdeki tek otorite veya ikinci ve üçüncü kişi konumunda sadece anneanne yoktu. Köy halkı, anne, görünmeyen baba, eski eş, din ve görünmez toplumsal kuralların da birer otorite olduklarını söyleyebiliriz. Sürekli başkaları ile ilgili konuşup karara varan köy halkını bir yargı mekanizması olması özelliğiyle filmde en sık karşılaştığımız otoritedir. Bunun yanında film içerisinde çok fazla rolleri olmamasıyla birlikte sadece iki erkek oyuncu görmekteyiz. Fakat filmde kadınların kullandıkları dil kalıpları – özellikle Nesrin’in kendine vurup küfrettiği sahnede – ve otomatikleşmiş hareketlerinden dolayı erkeklerin yokluğunu çok da fazla hissettiğimi söyleyemem. Ataerkil toplum yapısında kadınların denetiminin öncelikli olarak erkekler tarafından yapıldığını bilmekteyiz. Fakat zaman ilerledikçe ve kadınlar birtakım rollere (anneanne, anne, abla vb.) girdikçe erkekler olmasa bile kadınlar üzerinde hakim olan o denetim sürdürülmeye devam eder. Aslında bu noktada denetim yetkisini bir nevi kadınlar devralırlar. Hatta bazen kadınlar bu denetimi oldukça içselleştirirler ve erkeklerden daha katı davranışlar sergileyebilirler. Filmde de erkeklerin yokluğunu çok fazla hissedilir olmamasını bu durumun iyi bir şekilde işlenmesinden ve seyirciye yansıtılmasından dolayı olduğunu düşünüyorum.

Film içerisindeki dini yapıların görüntüleri ve dinsel eylemler oldukça fazlaydı. Özellikle Halise’nin muhafazakarlık düzeyi, Nesrin üzerinde oluşturduğu baskıların sebebi olma konusunda önemli bir yere sahiptir. Aslında filmin ilk dakikalarında anneannesinin mezarına gidip dua okumasından anladığımız kadarıyla Nesrin inanmayan bir kadın değil. Fakat annesinin baskıcı bir tutum sergileyerek Nesrin’in hem bedenine hem de davranışlarına karışması Nesrin’i dini eylemlerden uzaklaştırmakta olduğunu görmekteyiz. Diğer taraftan aslında filmde Halise’nin Nesrin’e karşı bu kadar tutucu davranmasının sebeplerinden biri olarak Nesrin’in işlediği ‘günah’ verilmektedir. Fakat filmde sadece Nesrin’in günahından bahsedilmiyor. Nesrin ile Halise’nin gülüştükleri ve sohbet ettikleri sahnede, Halise’nin eskiden, evli olmasın rağmen başka bir adama karşı romantik hisler beslediğini (filmde bu hislerin karşılıklı olup olmadığını çıkarsamak pek mümkün değildi) ve bundan utandığını veya suçluluk hissettiğini görmekteyiz. Sonrasında Halise bu konu üzerine konuşmayı reddedip Nesrin’in yazdığı romanın konusundan bahsetmesini istiyor. Romanın konusunun ‘Hastasına aşık olan evli bir psikiyatristin, hastasının hastaneye yatırılmasından sonra sevdiğine kavuşmak için 6 yaşındaki çocuğunu boğması’ olduğunu öğrendikten sonra Halise’nin samimi tavrı değişir ve yine yargılayıcı hale gelir. Halise bu sahnede şöyle bir cümle kurar: “Sen o kadın değilsin. Kendini teslim edeceksin. Ondan sonra Allah da seni affedecek.” Buradaki ‘teslimiyet’ aslında sadece dinen bir teslim olma ve günah çıkarma değildir. Halise Nesrin’in yüz yıllar boyu süregelen tüm toplumsal kurallara benliğini teslim etmesini ve boyun eğmesini istemektedir. Bu sahneyi yönetmen şu şekilde anlatır: “Anne-kız birbirlerine açıldıktan sonra karşılıklı yakınlaşma yaşıyorlar. İkisi de kırılgan noktalarından birbirlerini görmeye başlıyorlar. Halise Nesrin’i anlayacak noktaya geliyor fakat jenerasyonlar boyu gelen eğitimin kapıları birer birer iniyor. Çünkü korku geliyor. Sosyal sistemin ondan arzu ettiği güvenli alanda kızını tutamazsa kendi de kızı da sorumlu olacak. Orada konuşan Halise’nin öz benliği değil. Sosyal sistem tarafından eğitilmiş personası.”

Başlangıçta filmin konusundan bahsederken Nesrin’in birey olmaktan zorlandığını belirtmiştim. Aslında filmin neredeyse her sahnesinde bireyselleşme, özerklik kazanma konusunda çatışmalar görüyoruz. Bu çatışmaların temeli Nesrin ve Halise arasında kopmamış olan göbek bağına dayanıyor. Film hakkında yazılan bir yazıda bu konu “yıllara yayılmış göbek bağı” olarak ifade edilmiş. Nesrin’in annesinden ayrışmasının gerekli olduğu yaşlarda ayrışmamış ve bu bağ yetişkinliğe kadar devam etmiştir. Ana Yurdu filmi de bizlere, aradaki bu kuvvetli bağın kopuş sürecinin oldukça sancılı olduğunu göstermektedir. Filmde, Nesrin’in annesiyle birlikte uyuması ve Halise’nin Nesrin’i yıkaması gibi sahnelerde de Nesrin’in bir yetişkinden ziyade sanki hala çocukmuş gibi muamele görmesi söz konusudur. Filmin final sahnesinde Nesrin’in, köyün delisi diye bahsedilen Halil ile cinsel ilişkiye girmesi de aslında annesiyle arasındaki bu bağın tamamen kopmasının bir kanıtıdır. Bu sahnede Nesrin’in Halil’e karşı bir üstünlük kurma çabasını ve kontrolü kendi elinde tutmaya çalışmasını görmekteyiz. Halil’in karşı gelmeleri ve Nesrin’i yere yatırmasının ardından, Nesrin kaçmaya çalışmadı ve çabalamayı bıraktı. Fakat sonrasında ilginç bir şekilde Halil’in parmağını tuttuğunu gördüğü anda çığlık atmaya başladı. Nesrin’in bu tepkisinin bende oluşturduğu çağrışım şu şekilde; bebeklerdeki kavrama refleksini andıran bu durum Nesrin’in zihinsel olarak bir regresyon yaşadığını ve bunu fark ettikten sonra da ‘delirdiğini’ düşünmesine sebep olmuş olabilir. Filmde hem Nesrin’in hem de Halise’nin ‘delirmekten’ korktuğunu bazı sahnelerde izlemiştik. Aslında ‘delirmek’ diye nitelenen durum, toplumdan ve güvenli ortamdan dışlanmak olarak yorumlanmakta. Bundan dolayı da psikopatolojik durumlardan korkuluyor ve çekimser yaklaşılıyor. Nesrin ve Halil’in cinsel ilişki yaşadıkları bu sahnenin ardından Nesrin’in eve gittiğini fakat artık zorla açılan kapının kolayca açıldığını, kapıdaki çanın çalmadığını ve etrafın sessizleştiğini görüyoruz. Çünkü artık Nesrin onu hapseden bağlardan kurtuldu ve özgürleşti. Aynaya baktı ve annesinin korktuğu o ‘yüzü kara kadın’ oldu. Son olarak final sahnesiyle ilgili yönetmenin yorumu ve açıklaması şu şekildedir: “Son sahne aslında bir öz yıkım sahnesi. Annesiyle göbek bağını bir türlü kesemeyen bir kadının, o göbek bağını kör bıçakla kanırta kanırta kesmesi. Yani aslında bağımsızlaşma sürecindeki öz yıkımı.”

Kaynakça
Akbulut, H. (2020). Film Festivalleri Bağlamında Ana Yurdu Filminin Çerçevelenişi – Bir Türkiye Metaforu Olarak Ana Yurdu. İlef Dergisi, 217-246.
Bozdemir, B. (2016, Mayıs 24). Senem Tüzen’le Anayurdu üzerine: ‘Asıl mesele Nesrin’in muhafazakar olmaması’. Öteki Sinema Web Sitesi: https://www.otekisinema.com/senem-tuzenle-anayurdu-uzerine-asil-mesele-nesrinin-muhafazakar-olmamasi/ adresinden alındı
Metin, Ö. V. (2019). “Annem İzin Vermese Bu Filmi Çekmeyecektim”: Foucault’nun İktidar Kavramı Üzerinden Ana Yurdu Filmi Okuması. SineFilozofi Dergisi, 474-492.

1 Yorum

Semih Lütfü Kirişçi (Binbirçeşit) 5 Nisan 2023 at 23:41

Desinler, alalem ne der, görürler, aha gördüler tüh, ya dayıma babama söylerse, iyi intibalar oluşturma ve yayma çabaları, insanların eşref ve eşek saatleri, herkesin birbirini tanıdığı neredeyse tümüne yakın kısmının hısım akraba olduğu, sosyalleşmenin düğün dernek, cenazeler, kahvehane, kumarhane, cami cemaat, evlerde mevlitler okumalar, okul öncesi çocukların öncelikle dini değerlerimizle eğitildiği, vb. VB. daha da uzatabileceğimi ve eklemeler yapabileceğimi/yapabileceğinizi bildiğim ‘Sapanca’ doğumlu bir hanım arkadaşımızın Ana Yurdu nu tanıtması çok hoşuma gitti. Kardeşimizi tebrik eder çalışmalarında başarılar dilerim. Sapanca İnfo ailesine buradan saygı ve sevgilerimi sunarım.

Cevapla

Yorum Yap

İçimdeki BEN, Dışımdaki SEN ve SAPANCA ...